31.05.2016
Çizgi Ötesi: Tepedeki Ev (2011)
Umuda, Yaşama, Gençliğe Bir Güzelleme
Animasyonları ya da animeleri sinemadan saymayanınız vardır. Ama sinemanın temel işlevi bir duyguyu, düşünceyi, hayali izleyiciye geçirebilmekse animasyonlar bunu fazlasıyla yerine getirebilir.
Gorô Miyazaki’nin 2011 yapımı animesi de böyle bir anime işte. Ana karakterle özdeşim kurabileceğiniz, onun umutlarını, yaşamını, gençliğini, hayal kırıklığını, mutsuzluğunu içselleştirebileceğiniz bir anime. Tetsurô Sayama’nın 1980 tarihli mangasından usta yönetmen Hayao Miyazaki ve Keiko Niwa tarafından senaryolaştırılan anime, oğul Miyazaki’nin ikinci çalışmasıdır.
Kokurikozaka kara, Umi’nin hayatından bir kesit sunar bize. Büyükannesinin evinde kardeşleri ve evde kalan diğer kişilerle birlikte yaşar. Annesi akademisyendir, babası ise, gemisi Kore Savaşı’nda batan bir kaptandır. Bundandır ki Umi küçüklüğünden beri babasının ona öğrettiği denizci flamalarını hâlâ her sabah evin önündeki bayrak direğine çekmektedir.
Umi, erken büyümüş bir liselidir. Evdeki yemekleri Umi yapar, kardeşleriyle o ilgilenir, bir yandan da okula devam eder. Okul yönetiminin kararı ile yıkılacak olan öğrenci kulüpleri binasının yıkımını engellemeye çalışan bir grup içinde bulur birden kendini. Burada da yine onun fikir öncülüğünde ilerleme kaydedilecektir. Bu süreçte karşısına çıkan Shun’a âşık olan Umi, daha sonra Shun ile aralarındaki ilginç bağı öğrenecektir.
Film, 1964 Tokyo Olimpiyatlarından hemen öncesini yansıtmaktadır. O dönem II. Dünya Savaşı’nın ve Kore Savaşı’nın getirdiği yıkımı üzerinden atmış olan Japonya, dünyada teknolojide söz sahibi olmaya başlamış, büyük bir ilerleme ve değişim yaşamaktadır. Ekonomik, sosyal ve kültürel alandaki bu değişikliklerin, bireylerin davranışlarına yansıması da ilginçtir. Kulüp binasının yıkılması hadisesi tam da bu noktada önemlidir. “Japonya değişiyor, eskisi gibi kalamayız, çağa ayak uydurmalıyız,” diyerek kulüp binasının yıkılmasını isteyenlerin ve “Değişirken köklerimizi unutacak mıyız, o zaman nasıl ayakta kalırız?” diyerek kulüp binasının yıkılmasını istemeyenlerin çatışmasını izliyoruz animede. Eski ile yeninin birbirine üstün gelmeye çalışması, ama aslında ikisinin de Japonya’nın bir parçası olduğu gerçeği vurgulanıyor.
Bir dönem filmi aslında izlediğimiz. 1963 yılı Japonya’sını çok güzel yansıtan filmde o dönem meşhur olan Kyu Sakamoto’nun “Sukiyaki” şarkısını filmde sıkça duyarız.
Animenin soundtrack’i de çok başarılı. Aoi Teshima’nın sesinden birbirinden güzel, duygusal şarkılar film boyunca izleyiciye eşlik ediyor. Hatta bazı sahneler bunlarla daha anlamlı oluyor bir kelime Japonca bilmeseniz bile.
Hayao Miyazaki’nin “Kaze tachinu”nusuna kadar Miyazaki evreninde alışık olduğumuz olağanüstü kahramanlar ya da olaylar, oğul Miyazaki’nin tercihi olmamış. Gayet yaşamın içinden bir hikâyeyi çizmiş bize. İlk projesi Yerdeniz Öyküleri ile Ursula K. Le Guin’e “Hayal kırıklığına uğradım,” cümlesini kurduran Gorô Miyazaki, Kokurikozaka kara ile Studio Ghibli takipçilerini gülümsetebilmiştir kanımca.
Biraz Yeşilçam filmi tadı verse de sıkılmadan, keyifle izleyeceğiniz, etkileyici bir anime Kokurikozaka kara. Güzel manzara çizimleri ve içtenliği ile izleyiciyi içine çekebilen bir yapım.
Filmin müziklerinden bahsetmişken en beğendiğim şarkıyı, “Sayonara no natsu”yu keyifle dinleyeceğinizi umuyorum:
https://www.youtube.com/watch?v=6XPfUOZCrFM