24.02.2020
Uncut Gems: Kıymetli Taşın Peşinde
Good Time (2017) ile büyük çıkış yakalayan Safdie kardeşlerin Netflix yapımı son filmi Uncut Gems, tabiri itibariyle anksiyetinizi tetikleyen bir film. Good Time ile tarzlarınıza aşina olduğumuz Safdie kardeşler, Adam Sandler’ın New York’ta Yahudi bir kuyumcuyu canlandırdığı Uncut Gems ile çıtayı daha da yükseğe çıkarıyor. Bize iki saat on beş dakikalık hızı bir an olsun kesilmeyen, temposu oldukça yüksek bir seyirlik sunuyor.
Baş Döndürücü Bir Karmaşa
Etiyopya’daki elmas madeni görüntüleriyle açılıyor film, ayağı zedelenmiş kanlar içinde bir adamı görüyoruz, yönetmenler kanlı elmas ticaretine filmin ilk sahnesinden gönderme yapıyorlar. Elmas Afrikalılar için kan ölüm ve parayı temsil eder. İki Afrikalı madenden çıkardıkları Opal taşına bakıyorlar, insanlık tarihini simgeleyen opal taşına zoom yapan kamera tarih öncesinden evrenin derinliklerine açılıyor, içinde taşıdığı sırlarla kanlı zamanın tarihi önümüze seriliyor, oradan New York’un elmas ticaretinin döndüğü bölgeye uzanıyoruz. Taşların taş olmanın ötesinde anlam kazandığı batıya, zenginliğin, paranın, şöhretin diyarına, Afrikalıların kanlarıyla yıkanarak temizlenmiş ışıltılı kuyumcu dükkânlarının tam ortasına.
Adam Sandler Yahudi kuyumcu Howard rolünde harikalar yaratıyor. Onun hareketli yaşamı, işlerini halletmek için yaptığı koşuşturmaya dâhil oluyoruz. Bitmeyen diyalogların, susmayan telefonlarının, para akışının, bahislerin tüm o karmaşası yönetmenlerin usta işi sekansları ve iyi seçilmiş müzikleriyle baş döndürücü gürültülü bir deneyime dönüşüyor. Uçan kuşa borcu olan Howard alacaklılardan kaçıyor, eline geçen paralarla bahis oynuyor, bir yandan karısını ve çocuklarını ihmal etmemeye uğraşırken diğer yandan sevgilisine yetişmeye çalışırken yoruluyor, tökezliyor, oradan orada savruluyor. Karakterin kaosla beslendiği hayatını kurdukları atmosferle oldukça gerçekçi biçemde aktarmayı başarıyor yönetmen kardeşler. Yer yer kalbimiz Howard’la beraber çarpıyor, tüm o koşuşturma içinde işlerin zamanında hal olmasını hesap etmeye başlıyoruz. Uncut Gems, aksiyonların o abartılı estetiğinden uzak, suç filmlerinin kafa karıştırıcı senaryosuyla işlemeyen, klişelerin ötesinde, Safdie kardeşlerin kendi tarzlarını izleyici benimsettiği bir film olarak göze çarpıyor.
Arzuların Gizli Çekiciliği
Film 2012 yılında geçiyor, bunun nedeni basketbolcu Kevin Garnett’in gerçek maç görüntülerinin kullanılması. Garnett’in Boston Celtics’te oynadığı dönem, Howard’ın oynadığı bahisler ve Garnett’in opal taşına olan tutkusuyla zekice birleştirilmiş. Bir arkadaşı aracılığıyla Howard’ın dükkânına gelen Garnett opal taşını görür görmez taşla arasında bir bağ olduğunu hissediyor. Howard’ın taşın müzayedeye çıkacağını söylemesine rağmen ne pahası olursa taşı almak istiyor. Bir süreliğine taşı ödünç almak hususunda Howard ile anlaşıyorlar. Howard basketbolcunun taşla arasındaki bağını, taşın onu nasıl etkilendiğini fark ediyor ve büyük bir risk alarak Boston’a yüklü bahis oynuyor. Garnett’in taşa duyduğu arzu basketbol tutkusuyla birleşerek iyi oynayacağını düşünmesine itiyor onu, Howard da ise bu arzunun karşılığı para. Arzu nesnelerinin karmaşık bilinçaltında nelere dönüşebildiği, tarih boyunca tutku ve arzusuyla bir şeyler başaran insanın nelere nasıl kıymet vereceğinin bilinmezliğine tanık oluyoruz. Yönetmen kardeşler tüm o bilinmezlik içinde saklı olan hayatta kalma ve kendini var etme içgüdüsünü kıymetli taş üzerinden aktarmaya çalışarak derinlikli bir anlatım yakalıyor. İyi kotarılmış senaryoyla parçaları birleştirmede kullandıkları hızlı akışla seyirciyi arzular diyarında yorucu bir yolculuğa çıkaran yönetmenler tam anlamıyla bir anxiety inducing işine imza atıyorlar.
New York’un uyuşturucu, alkol ve kadınlarla dolu gece hayatının da es geçilmediği filmde sevgilisinin ve geri almaya çalıştığı taşının peşinden sürüklenen Howard bir barda soluğu alıyor. Filmin bir diğer sürprizi de henüz kariyerinin başında Kanada’dan New York’a gelen The Weeknd’in bu barda sahneye çıkıyor olması. Howard’ın bütün o yorucu işlerinden sonra sığınacağı liman olarak gördüğü sevgilisini The Weeknd ile baş başa yakalaması adam için yıkıcı bir deneyime dönüşüyor. Hızlı yaşamının içinde iki evinin arasında kalan Howard geceyi yazıhanesindeki koltukta geçiriyor. Bu sahnede dışarıdan yapılan çekimle, karakterin çevresi ne kadar kalabalık olursa olsun sonunda nasıl bir yalnızlığa itildiği aktarılmış oluyor.
Karanlık İçgüdülerin Bilinmezliği
Son sahneye kadar nefessiz kalarak izlediğimiz filmde, Howard’ın değişecek derken tekrar bildiğini okuması ve tüm parasını borçlarını ödemek yerine taşı satın alan Garnett’in oynayacağı maça basmasıyla seyir hızı doruk noktaya ulaşıyor. Gangsterleri odaya kitleyerek hayatının kumarını oynayan Howard, düştüğü bataktan Garnett’in taşa ve kendisinin paraya olan tutkusunun gücüyle çıkacağını var gücüyle inanıyor. İlk sahnede taşa yapılan zoomun benzerinin son sahnede kandamlasına yapılması, yönetmenlerin film boyunca izini sürdükleri, arzu ve tutkularının karanlık bilinmezliğinde insanın yazgısının nasıl çizildiğini belirginleştiriyor. Afrika’da kıymetli taşları çıkartmak için kanlarını döken işçilerin peşinden gittiği şey hayatta kalma içgüdüyse, batıdakiler için taşlara verilen değer para, güç ve kendini gerçekleştirme deneyimi demek. İşte son sahnede tamamlanan kanlı elmas döngüsü bu düşünceyi ters yüz ediyor, insanoğlunun peşinden gittiklerinin anlamsızlığını suratımıza kanlı bir tokat gibi çarpıyor, yutkunmaya çalışırken boğazımızda bir yumruyla kalakalıyoruz.