31.05.2017

Yeni Dünya: Kaybolan Umutlar

Caner Erzincan ilk uzun metrajlı filmi Mar ile dikkat çekmeyi başarmış, ilk filmin eli yüzü düzgün olunca haliyle ikinci filmde beklenti biraz yükselmişti. Ne yazık ki Yeni Dünya beklentileri karşılamak bir yana kocaman bir hayal kırıklığı.

Film, köyden kente göç, kentsel dönüşüm, down sendromu, bürokrasinin çıkmazı, cinsel açlık, az gelişmişlik gibi birçok toplumsal soruna değinmek niyetiyle yola çıkıyor. Film elde ettiği gelirlerin bir kısmını down sendromlu çocuklara gideceğini açıklayarak sosyal sorumluluk örneği de gösteriyor ancak ne bu kadar önemli konuları dile getirme niyeti, ne de sosyal sorumluluk bilinci iyi bir film yapmak için yeterli olamıyor. Zira hepsi başlı başına bir sorun teşkil eden konuları birkaç söz ya da görüntü ile geçiştirmek her şeyi yarım bırakıyor. Çünkü ne köyden kente göç, Boğaz Köprüsü’nü görme isteği ile ne de kentsel dönüşüm, birkaç yıkılmış bina ve boşaltılmış ev ile anlatılabiliyor.

Film, köyden kente göç eden anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek ailenin İstanbul’da kentsel dönüşümün olduğu Fikirtepe’de yerleşmesiyle başlıyor ancak hikayeyisini anlatmaya başladığında klişelerden kurtulamıyor ve yolunu hızlıca kaybediyor.

Annenin ve çocuğun yaşlarındaki uyumsuzluk, kırsaldan kente gelen kadının giyim kuşam olarak fazla hızlı değişip dönüşmesi, anne ile babanın çocuklarına karşı tutarsız, anında değişen davranış tarzları, seyirciye aktarılamayan zaman atlamalarını filmdeki hatalardan sadece bazıları. Bu kadar toplumsal sorunlara duyarlı gözüken bir filmin, kadına erkek egemen toplumun bakış acısıyla bakması ise cabası. Bir de her şeyi tek bir filme sığdırırım, bütün problemleri anlatırım gayreti var ki sormayın gitsin.

Filmin iyi yanları da var tabii; Erkan Petekkaya’nın gelişmemiş erkek rolünün hakkını fazlasıyla vermesi, Şükran Ovalı’nın canlandırdığı anne karakterinin, çocuğunun öğretmenleri ile konuştuğu sahnede çizdiği bilinçsiz veli profili çok gerçekçi. Zaten Ovalı’nın canlandırdığı rolde tek gerçekçi sahne de burası oluyor ne yazık ki. Son olarak, yönetmenin ilk filmi Mar’da başrolü verdiği Volga Sorgu Tekinoğlu’nu bu filmde neden o kadar vasıfsız bir rolde izlediğimiz ise merak konusu.

Yönetmenin down sendromlu kardeşi Soner Erzincanlı’nın kendisini oynadığı Soner rolünü izlemek filmin en keyifli anları. Ama bu da tek başına filmi kurtarmaya yetmiyor. Keşke yönetmen kardeşini de oynattığı bu filme daha çok kafa yorsa, daha çok emek harcasaydı diye düşünmeden edemiyor insan.