29.05.2017

Still Alice: Alice Hâlâ Burada…

Eğer elli yaşında, gayet zinde, üç büyümüş çocuğu olan ve eşi ile mutlu bir evliliği olan bir dil bilimleri profesörü iseniz; ne mutlu size! İşte ‘Still Alice’ bu aile tablosu ile açılıyor. Alice Howland (Julianne Moore) ve John Howland (Alec Baldwin) gayet başarılı kariyerleri olan; mutlu bir çifttir. Hayatlarının olgunluk dönemini yaşamaktadırlar. Başarılı iki büyük çocukları (Kate Bonworth ve Hunter Parrish) ve oyunculuk konusunda kendisini ispatlamaya çalışan ailenin en küçüğü (Kristen Stewart) ile birlikte ‘hayatın cömert davrandığı’ güzel Amerikan ailelerinden biri var karşımızda. Gelgelelim, hayatını dil bilimine ve kelimelere adamış olan Alice, yavaş yavaş bazı kelimeleri kaybetmeye başladığını fark eder. Henüz 50 yaşındadır. Alzeheimer için çok erken bir yaşta, hastalığın en agresif türlerinden birini genlerinde taşımakta olduğu teşhis edilir. Alice hem kendisi hem de çocukları için endişelenirken; ilerleyen hastalığı ile başa çıkma çabaları; dokunaklı, cesur ve korkutucu bir sürece dönüşür.

Lisa Genova’nın aynı adlı romanından uyarlanan, Richard Glatzer ve Wash Westmoreland’in yönettiği, Still Alice; çaresi olmayan bir hastalık ile başa çıkmaya çalışan bir kadının -aslında tüm ailenin – öyküsü. Bu noktada, film çekilirken, yönetmenlerden Glatzer’e de ALS hastalığı teşhisi konduğunu belirtelim. Belli ki, yönetmenin hissiyatı ile Moore’un oyunculuğu birleşince, ortaya duygusal açıdan müthiş yoğunluklu bir film çıkmış. Julianne Moore, son zamanlarda izlediğimiz en iyi kadın oyuncu performanslarından birini perdeye taşırken; sadece rolünün hakkını vermekle kalmıyor; hasta bir insanın paniğini, annelik endişelerini, entelektüel bir kadının analitik zekasını ve duyarlı bir insanın derin algısını da, film boyunca izleyiciye aktarıyor.

Alec Baldwin ise “oynamak için doğduğu” tipte bir rol ile yine harikalar yaratıyor. Ama asıl dikkate değer yan rol oyuncusu, Lydia rolünde izlediğimiz Kristen Stewart. Ailenin oyuncu olmaya çalışan en küçük kızı rolündeki Stewart ile anne rolündeki Moore arasındaki ilişki, hastalığın başından sonuna kadar inişli çıkışlı devam eden diyaloglar, filmin en güçlü ‘karakterler modülünü’ oluşturuyor. Kelimelerini, hareket yeteneğini, kişisel farklılığı ve hatta lezzet tercihlerini gün be gün yitiren Alice’in, ‘Hâlâ Alice’ olduğunu anladığımız final sahnesi de, yine Moore ve Stewart’ın birlikte oynadıkları, filmin en güçlü sahnelerinden biri…

Filmin konusunu okuduktan sonra, Alzeimer odaklı bir senaryo olduğu için izlemekten sakın vazgeçmeyin. Zirâ karşımızda bir duygu sömürüsü, ağlatma amaçlı bir ajitasyon yok. Aksine, hastalık ile başa çıkmaya çalışan bir ailenin öyküsü var. Çok da orijinal olmayan bir senaryo ile yola çıkan film; Moore’un ‘buz üzerinde kayar gibi’ ilerleyen ustalıklı oyunculuğu sayesinde, unutulmaz duygusal derinliğe sahip bir filme dönüşüyor. Still Alice’i, ‘çaresiz hastalık’ filmleri kategorinden çıkaran en büyük etken; filmin bir hastalığı veya bir hastayı değil; bir insanı hem de, hayatı boyunca aklı ve gururu ile yaşamış bir insanı anlatmayı başarıyor oluşu.

Still Alice, pek gösterişli bir film değil. Hatta Moore’un devasa oyunculuğu olmasa, adından bile söz etmeyeceğimiz bir film. İşte tam bu noktada, Oscar’a adaylık için dev prodüksiyonlara değil, dev oyunculuklara ihtiyaç olduğunu bize anımsatıyor.

‘Filmmaker Magazine’ tarafından filmin yönetmenleri ile yapılan röportajda; ‘Still Alice’ filmini, yine daha önce birlikte yönettikleri ‘Quinceañera’(Bakire ve Hamile) filmine benzeten Richard Glatzer ve Wash Westmoreland, her iki filmde de ‘aile ve humanizm odaklı’ çalıştıklarını söylediler. Ayrıca, ‘Still Alice’i yaparken, Japon yönetmen Yasujirō Ozu’nun ‘Tokyo Story’ filminin hissiyatının da kendilerine ilham verdiğine değindiler. Ayrıca her ikisi de ‘Çağdaş Fransız’ sineması hayranı olan yönetmenler; bu filmde, ‘görüntü yönetmeni’ olarak Denis Lenoir ile çalışmanın büyük şans olduğunu söylüyorlar. Gerçekten de, filmin derinliğinin büyük bir kısmı Moore’un oyunculuğundan gelse de, Fransa’nın en iyi görüntü yönetmenlerinden biri olan Lenoir’in çekimleri de, filmin duygusal naifliğini arttırıyor. Bir röportajda, Lenoir, filmin sadece 23 gün içinde ve dijital olarak New York City’de çekildiğini açıkladı.

‘Still Alice’ film olarak olmasa da, oyunculuk olarak kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Julianne Moore, Oscar adaylığını kesinlikle hak ediyor ve adaylar arasındaki en büyük şans da Julianne Moore’a tanınıyor..