12.05.2018
2015 Yılının 5 Latin Filmi

2015’te öne çıkmalarının yanı sıra seçkide yer alan altı film aynı zamanda yönetmenlerin ilk uzun metrajlı yönetmenlik deneyimleri olma özelliğinde. Halen Latin Amerika sinemasında nabzı tutan ve AFI (Amerikan Film Enstitüsü) tarafından gerçekleştirilen “Latin Amerika Film Festivali”, İspanya ve Portekiz’in katılımıyla her yıl Silver Spring Maryland’de gerçekleştiriliyor.
Bu yıl yirmi altıncı kez sinemaseverlerle buluşan festival, açılışını yönetmenliğini Israel Cárdenas ve Laura Amelia Guzmán ikilisinin yaptığı “Sand Dollars” ile Dominik Cumhuriyeti’nden yaptı. Yaşlı bir lezbiyeni canlandıran Geraldine Chaplin, yerel ve genç bir kadınla aşk üçgeni içinde bulur kendini. 7 Ekim’de “Trash” ile sonlanan festivalde, Brezilya’nın taşra bölgesinde çöplerin arasında yaşayan insanların hikâyesi beyazperdeye yansıdı. Geride bıraktığımız 34. İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz film, Brezilya’nın renkli dünyası içinde aralanmayan bir sistemi aralıyor. Festivalde yirmi ülkeden, kırktan fazla film gösteriliyor.
Latin Amerika sinemasında Arjantin gibi noktaları iyi filmler temsil ederken örneğin “El Cinco”, emekli bir futbolcu hakkında (Esteban Lamothe). Lakin bazı küçük ülkelerden daha güzel ve iyi dolulukta filmler çıkıyor. Örneğin; Kosta Rika’dan Paz Fábrega’nın büyüleyici romantiği “Viaje”. Ayrıca bu seneki iyi ganimette iki Guetemala filmi yer alıyor. Aşağıda bu festivalin ve bu yılki Latin Amerika sinemasının en iyi altı örneği yer alıyor

Ixcanul
Yönetmenliğini ve senaristliğini Jayro Bustamante’nin yaptığı bu şaşırtıcı ilk film, bir volkanın gölgesinde güçlü bir sonucun tıpkı dibindeki volkan gibi yavaş yavaş yakarak ortaya çıktığı bir hikâyeye sahip. Film utangaç bir köylü kızı olan Maria (María Mercedes Coroy)’nın kaygıları üzerinden başlayan ve bu genç kadının, ailesince patron ve ev sahibi olan Ignacio (Justo Lorenzo)’ya vaat edilmesiyle süregeliyor. Ancak o Guetemala’dan ziyade Amerika’yı tercih eden kahve plantasyonu işçisi Pepe’ye aşık.
Maria ve Pepe bir gece birliktelikleri sonrasında trajik bir duruma adım atarlar. Lakin bu izleyicinin aklına ilk anda gelecek şeylerden değildir. Ixcanul, onur temalarını tanıtırken bir yandan ritüel, yalan ve ihanet birleşimi sonrası bölünen karakterleri sunar. Ancak bu filmi özel kılan Bustamante’nin mükemmel anlatımı. Pepe’nin kahve hasadı sırasında elinde beliren lekeler, Maria’nın saçındaki kumaş dokuması gibi keskin detayları izleyiciler karakterlerle birlikte volkan ışığında taşırlar.
Çoğunlukla profesyonel olmayan oyunculardan oluşan kadrajlar yansıttığı bu gerçek ve canlı hisle bu anlamda da özgün. Ama bu özgünlüğün göze çarpması, Bustamante’nin karakter sunma becerisinde bir anlamda. Filmin haklı olarak Berlin Film Festivali’nde Alfred Bauer Ödülü kazanması ise boşuna değil. Film aynı zamanda Guetemala’nın Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film dalında aday filmi.

The Greatest House in the World
Orijinal ismi “La Casa Más Grande del Mundo” olan bu zarif ve hareketli Guetemala filmi Birleşik Devletler prömiyerini bu festivalde yaptı. Sierra kıyısındaki Cuchumantanes dağlık bölgesinde genç Rocío (Gloria López), hamile annesi ve büyükannesi ile birlikte yaşamaktadır. Geride bıraktığımız 26. Ankara Film Festivali’nde “Dünyanın En Büyük Evi” ismiyle izleme şansı yakaladığımız film, genç kadın Rocío’nun annesinin hamileliği ile başlayan evin yükünü sırtlanışı üzerinden hikâyesini kuruyor. Ağır ve devinimden uzak tekrara dayalı sekanslar üzerinden ilerleyen film, Rocío’nun bir sabah koyun sürüsünü otlatmaya çıkardığı anda arkadaşı Ixchumila (María Lopez) ile oyuna dalması ve bu çocuk oyunu esnasında sürünün kaybolması ile başlıyor.
Sarp kayalıklarla dolu manzarada ailesi için yerine getirmekle görevli olduğu görevi yerine getiremeyen genç kadının paniği ve bu dünya içinde geçiş sağlayan köprüler ve aynı köprülerin karşı yakasındaki bilinmezlik karşılıyor izleyiciyi. Filmin gerçekliğiyle beraber içten oyunculuğuyla izlediğimiz küçük Gloria López’in oyunculuğuyla birlikte filmin dramatik anlatısı farklı bir tarafa yol alıyor.

Cicada Moon
"Paraguayan Hammock" ve "7 Boxes” gibi minimalist film örneği teşkil eden sinema örnekleri, Latin Amerika sinemasının Paraguay durağında yavaş dalgalanmalar yapıyor. Festivalin fantastik Paraguay girişi “Cicada Moon” ya da orijinal ismiyle “Luna de Cigarras”, batıya saygısını gösteren iyi bir kara komedi. Aynı zamanda bir gerilim örneği. Senaryo ve yönetmen kısmında bulunan Jorge Bedoya’yanın yeteneklerini gösterdiği ve aynı yetenekleri öne çıkaran bir film Cicada Moon. Ne zaman ki bir Amerikalı (Nathan Christopher Haase) Paraguay’a geldi, beceriksiz bir avuç suçlunun hedefi haline geldi. Oyuncu Nathan Christopher Haase aynı zamanda senaryo kısmında da Jorge Bedoya’ya eşlik ediyor. Bedoya, belki de Coen Kardeşler, Quentin Tarantino ve Guy Richie’den bir işaret taşıyor. Zira eylemler kanlı olduğu kadar komikte duruyor; çizgi roman timsali kafa kesmeler üzerine şakalar beliriyor hikâyede. Yönetmen, oldukça canlı oyuncularla filmini dolduruyor, birbirine çapraz bir o kadar da eksantrik karakterler ise bir avuç paranın peşi sıra sürükleniyor. Cicada Moon, pek derin değil ama eğlenceli bir film. Zekice planlanmış ölümler ve birde müthiş bir çatışma üzerine kurulu.

The Vanished Elephant
2009’da bir gay çiftin romantik draması (Undertow) ile ses getiren yönetmen Javier Fuentes-León’un yeni filmi “The Vanished Elephant”da Perulu yönetmenin yeni filmi, cinayet romanı yazarı Edo Celeste (Salvador del Solar)’nin gizemli bir şekilde kaybolan kayıp nişanlısı üzerine yakalanması ile öyküsünü kuruyor. Angie Cepeda’nın canlandırdığı Mara de Barclay adlı kadın, bir fotoğraf paketi ve Andrés Parra’ya işaret eden bir fotoğraf ile birlikte belirir. Çapraz kurgu ile büyük bir gizem üzerine kurulu film, karakterlerin gizemli dünyası ve edebiyatın yerleştirildiği özne üzerinden ilerliyor.
The Vanished Elephant, bir nakarat yahut sıra boyunca “gerçeği hemen arkasında gizler” konumda duran yapısıyla ve anagram, puzzle, ipuçları ve bir arsa üzerinde cesetler gibi istiflenmiş yığıntı tarzı dokunuşlar ile gizemini daima dorukta tutan bir üslupta. Fuentes-León’un bu tür filmi sosyal eşitliksiz ya da ilk etapta göze çarpan ülke eşitsizliğine değinmekten çok tavşan deliğinden çıkıveren gerçek üstü ve birleştirilmesi gerek parçalar üzerine ilerleyen bir film.

Four Cardinal Points
Bir başka Birleşik Devletler prömiyerini yapan film olan “Four Cardinal Points”, yönetmenliğini Javier Kafie’nin yaptığı nereden geldiği belli olmayan bir savaş ışığında, gururla yaşayan ve gururunu muhafaza etme derdinde olan El Salvador insanlarına adanmış bir film. Bu ülkenin çeşitli yerlerinden dört kişinin küçük portreleri eşliğinde etnografik bir belgesel sunuyor yönetmen Kafie. Bir çiftçi olan Sebastian, kardeşi ve arkadaşları ile başladığı “Torgoces de Morazán” isimli bir müzik grubunda çalmaktadır. Ama şimdi oğlu ve genç oyuncuların vaktidir. Sebastian savaş görmüş bir kuşağın parçası olduğu için bazı şeylerin tekrar etmesini istemiyor ve gelecek için umut biriktirmek istiyor.
Apaneca’da bir kahve çiftliğinde dünyaya gelen Gloira ise El Salvador’da uluslararası bir şirketin ihracat şefi olarak çalışmaktadır. Yönetmen Kafie bir sonraki sefer seyahatini kuzeye La Palma’ya yapar; Karla ile görüşmek için. Boya öğrenen genç anne şimdilerde yerli halka ve turistlere satılan el işleri ile uğraşmaktadır. Hikâyesine karakterleri üzerinden kuran belgesel film, kültürel kodlar ve yer yer gezdirdiği plajlarıyla bir Orta Amerika ülkesinin geçmişi ve şimdisiyle köprü kuruyor.