15.11.2025
Pera Sohbet: Erdi Işık ile Mukadderat Filmi Üzerine
El Aleme Karşı Birlikte
Mukadderat filmini izlediğimde beni etkileyen sadece eşini kaybetmiş, yaşlı sayılabilecek kasabalı bir kadının yeniden evlenmek istemesi olmadı. Tabii ki bu da çok önemliydi ama film bu karakterin etrafındaki kadın, erkek diğer karakterlere de odaklanıyordu. Filmin hikâye anlatımındaki denge ilgimi çekti. Bir diğer konu filmin, toplumda kadınların durumlarına üstenci bir bakış açısıyla lütfederek değil, oldukça eşitlikçi yaklaşması oldu. Eril dil ve onun etkileri yerine, karakterlerine dengeli yaklaşan, gözlem yanının güçlü olduğuna inandığım bu filmin senaryo yazarını tanımak ve konuştuklarımızı sizlerle paylaşmak istedim.
Mukadderat filminin konusu Nur Sürer’in canlandırdığı Sultan karakterinin hayatıyla ilgili gibi görünse de Aslıhan Gürbüz’ün oynadığı kızı Reyhan’ın hikâyesinin de Sultan’ın başkaldırışı kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ülkemizdeki anne, kız fark etmeksizin tüm kadınların sorunlarına toplumsal olarak değiniyorsunuz. Hem bu ilginin hem de sizi bu konuyu anlatmaya iten nedenleri sormak istiyorum.
Ben Cide, Kastamonu doğumluyum. Filmin hikâyesi de orada geçiyor. Çocukluğumdan bu yana şahit olduğum durumlardı bunlar, sadece Cide’de değil, Türkiye genelinde de benzer tablolara alışkın olduğumuz için herkesin kendi ailesinden/çevresinden izler bulduğunu düşünüyorum. Ben de tam olarak bu sebeple, bu kadın hikâyesini yazmak istedim. Hem yıllardır kadınlarımızın karşılaştığı ve belki de mecburen kabullenmek zorunda kaldığı durumları tartışmak; hem de yeni bir umut aşılamak istedim.
Filmde “el aleme karşı birlikte olmak” anlamında çok motive edici olduğunu düşündüğüm sahnelerden biri, belki de en güçlüsü, Reyhan’ın, kahvedeki kasaba erkeklerine karşı bağırarak konuşması. Reyhan aslında Türkiye’nin geleneklerine karşı çıkıyor. O sırada abisinin de bir erkek evlat olarak ne kadar sıkıntılı olduğunu da görüyoruz. Bu sahnenin kıvılcımı nereden doğdu?
Kahvedeki insanlar ‘’el alemi’’ temsil ediyor, film boyunca da oturdukları yerden hem Sultan’a hem Reyhan’a hem de kasabadaki herkese karşı söylemlerde bulunuyorlar, çünkü işleri yok. Bunun da Türkiye’deki çoğu kahvehanede böyle olduğunu düşünüyorum, peki onlara bu cüreti kim veriyor? Başkalarının hayatları hakkında atıp tutmak, ya da insanları birbirine karşı (özellikle de ailelerine) düşürmekten haz mı alıyorlar? Bunun hesabını da Reyhan sormalıydı, filmde de izleyen herkesin içinin yağlarını eriten bir sahne oldu. Çünkü orada sadece Reyhan değil, bundan şikâyet eden ‘biz’ de öfkemizi kusuyoruz, onlara cevabımızı vermiş oluyoruz.
Eminim benim gibi birçok izleyici filmi yaşamın çok içinden bulmuştur. Böyle düşünmem için çok sebep var. Ölünün arkasından kapı önüne konan ayakkabıların o sahneye girişi, yaygaracı komşu, ölü evinde bahçedeki kedileri düşünen yaslı eş ve daha birçok ayrıntı hala aklımda.
Anne evinden koca evine geçip, neredeyse elli yıl biriyle uyuyup, bir anda yatakta yalnız uykuya dalmak kolay katlanılabilir bir durum değil. Sultan’ın ezberleri bozma cesaretini göstermek çok önemli. Filmin hikâyesini yazmayı ilk düşündüğünüz an bir olayla mı bağlantılı?
Filmin esin kaynağı, annem (Zeynep Işık). Kendisi Cide’nin ilk kadın pansiyoncularından, orada yıllardır bir pansiyon işletiyor ve annemin hikâyesini yazmayı yıllardır istiyordum. O sebeple, bir olaydan ziyade hem annem hem de doğduğum, büyüdüğüm ve çocukluğumun geçtiği kasabaya bir vefa borcu niteliğinde bu film…
Senaryoyu yazarken Nur Sürer’i Sultan için düşündüğünüzü biliyorum ama diğer oyuncuları da düşünmüş müydünüz? Örneğin Aslıhan Gürbüz. Düşündüyseniz hikâyeyi geliştirmenizi etkiledi mi?
Cast sürecini yönetmenimiz Nadim Güç’le beraber yürüttük ve çalışmak istediğimiz tüm isimlerle çalıştık diyebilirim. Ortaya çıkan sonuçtan çok memnunuz. Çünkü herkes çok gerçek, doğal ve uyumluydu. Bunda yönetmenimizin de payı çok büyük, oyuncu yönetimi gerçekten muazzam olan bir isim Nadim. Aslıhan da en başından beri aklımızda olan ve beraber yol almak istediğimiz bir oyuncuydu, iyi ki o oynadı. Sadece Aslıhan değil, tüm oyuncular hikâyeyi geliştirmemize katkıda bulundu. Gerek prova sürecinde gerek okumalarda gerek sette. O yüzden hepsine minnettarım.
Siz hikâye anlatan bir çocuk muydunuz? Sizi sinemaya iten filmler var mı? Ya da etkilendiğiniz sinemacılar hangileri?
Hikâye anlatan bir çocuk olarak sayılır mı bilmiyorum, ama çocukluğumda daha çok şiirler yazan, resimler yapan, hatta şarkı sözleri yazan bir çocuktum. Şimdi hiçbirini yapmıyorum, daha doğrusu hikâye anlatımını başka yollarla yapıyorum diyebilirim. Yazmayı çok seviyorum. Sinema, tiyatro, edebiyat her daim benim en büyük ilgi alanlarımdı. Ruben Östlund’u çok beğenirim, beni sinemaya iten yönetmen diyemem ama tarz olarak kendime benzettiğim bir isim diyebilirim. Alexander Payne keza öyle- ki onun Nebraska ve Holdovers filmleri ‘’Mukadderat’’ için referans filmlerdir. Justine Triet, Michael Haneke, François Ozon … hepsi benim için çok özel sinemacılar.
Oyun yazarlığının film senaryosunu besleyen yanları oldu mu? Ya da zorlandığınız konular oldu mu?
Oyun yazarlığından geldiğim için, yazdığım ilk sinema filmi (LCV- Lütfen Cevap Veriniz) de bir oyundan uyarlamaydı. Ben sinema ve tiyatroyu bir araya getirmeyi seviyorum. Yine son filmlerimden On Saniye de bunun örneğidir. Kendi adıma söylemem gerekirse, ikisi de birbirini besliyor, bana da fayda sağlıyor ama başka yazarlar benimle aynı fikirde olmayabilir. Ben bir film ya da oyun yazarken; bu iki sanat alanından da sıklıkla faydalanıyorum ama her ikisinin kendince zorlukları olduğunu da söylemek zorundayım. Özellikle tek mekânda geçen bir sinema filmi yazmak istiyorsanız (ki bunu seyirciyi sıkmadan başarmak gerçekten zordur) oyun yazarlığına dair iyi bir deneyiminizin olması gerektiğini düşünürüm.
Hikâyeyi yurtdışında bir sanatçı evinde geliştirmişsiniz. Bu tür merkezlerin üretime katkısından bahseder misiniz?
Evet, Letonya’da International Ventspils Writers House’da yazdım. Ben yazarlık kamplarını takip eden, ilgilenen ve buraların yazarlara fayda sağladığını düşünenlerdenim. O yüzden fırsat buldukça yurt dışındaki yazarlık kamplarına dahil olmaya çalışıyorum. Orada kaldığım iki haftalık süre boyunca, sabah 09.00- akşam 17.00 arasında bu filme odaklandım ve oradayken ilk draft senaryoyu yazdım. Bu kampların amacı da zaten bu, orada geçirdiğin süre zarfında bir eser üretmen. Diğer yazarlarla fikir alışverişinde bulunmak, ilk kez gittiğin bir ülkenin doğasında yürüyüşler yapmak- ki kışın tam ortasında gitmiştim, oldukça soğuktu. Bütün bunlar bana yazarken ilham oldu, umarım yeniden gitme imkânı bulurum.
Bir söyleşide kendi yaşadıklarınızı kâğıda dökmekte zorlandığınızı söylüyorsunuz. Bu zorlukları yaratıcı yazarlık anlamında nasıl aştınız?
İyi geldiğini hissedince aştım- ya da aştığımı sanıyorum. Çünkü kendinle ilgili bir şeyler yazmak, kendi gerçeğinle yüzleşmek bence herkes için zordur. Bunu göze almayı tercih ettim, çünkü anlatmak istiyordum. Mukadderat’taki abi-kardeş yüzleşmesini yazmak benim için çok zordu mesela, ama perdede izlediğimde iyi ki yazmışım dedim, çünkü hem bana hem de izleyen binlerce kişiye o yüzleşmenin iyi geldiğini hissettim.
Bence filmin umudu körükleyen yanlarından biri de o yüzleşme. Kimi yerde sessiz bir umuda selam, kimi yerde çığlık çığlığa. Dilerim Reyhan’ın erkeklerle dolu mahalle kahvesindeki cesareti el alemin engellediği herkese örnek olur.
Bu hikâyeden kadınlar ve erkekler tek tek ne alarak ayrılsın istersiniz? Ben örneğin, yalnız olmadığımı aldım, mutlu oldum.
Umut etmeye devam etsinler isterim. Mukadderat her şeyden önce bir umut filmi. Ülke olarak zor günlerden geçiyoruz, azıcık da olsa insanların yüzünü güldürebiliyorsak, onlara umut etmeye devam etmelerini sağlayabiliyorsak ne mutlu bize.
Filmin 7 Mart 2025 Cuma günü yeniden gösterime girdiğini de belirtmeden geçmeyeyim. Hala izlemediyseniz bence bu eğlenceli, eğlenceli olduğu kadar da düşündüren filmi kaçırmayın. Ayrıca filmin erkek kahramanları, Sultan’a kendi ikinci baharını bulmasını öğütleyen, Sultan’ın kararlarında etkili olan arkadaşlığıyla Refik Bey ve pazarcı Muharrem Bey’e dikkat edin. Benim kafamda filmin hikâyesi devam ediyor ve her ikisi de o hikâyenin içinde varlar.




