24.08.2022
“Yeni Dünya’nın” Fransız Sinemasına Armağanı: Jean Seberg
Yusuf YETİŞ
“sen bir yaz güzelisin; yaprakların ekşi
suda yıkanırsan; portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar”
(Turgut Uyar, Yokuş Yol’a)
Şu yeryüzünde şu ana kadar, binlerce hatta milyonlarca kasım ayı gelip geçmiştir öyle değil mi? Kimileri bazı güzellikler doğurmuş, kimileri bazı güzellikleri bizden almıştır. 1938 yılının 13 Kasım günü özelinde konuşursak, şanslı bir günde olduğumuz aşikar; yeryüzü, görüp görebileceği en güzel kadınlardan birinin doğumuna şahit olmuştur böyle bir günde. Turgut Uyar şiirlerinden fırlamış gibi duran kısacık kestiği saçları, Romain Gary ve Carlos Fuentes gibi iki büyük yazarla yaşadığı ilişkileri ve dönem otoriteleriyle karşı karşıya gelmekten çekinmeyen cesur tavrıyla Jean Seberg.
“Saint Jean” Sahnelere İlk Adımını Atıyor
Avusturya asıllı, Amerikalı film yapımcısı Otto Preminger tarafından keşfedilen Seberg, kamera karşısına da ilk olarak, Preminger tarafından yönetilen Saint Joan (1957) isimli filmle geçiyor. Film, eleştirmenler tarafından pek beğenilmese de Jean Seberg oyunculuğuyla göz dolduran bir performans sergiliyor ve filmin adından dolayı “Saint Jean” diye anılmaya başlıyor. İlk filminden çok kısa bir süre sonrada, yine Otto Preminger tarafından yönetilen Bonjour Tristesse (1958) ile izleyicisiyle buluşuyor. İlk filme göre çok daha olumlu eleştiriler alan film, ilk filminden dolayı hatırı sayılır bir ünü bulunan Seberg’i, gölgelerden alıp, ışıklı sahnelere yerleştiriyor.
A Bout de Souffle Dönemi ve Yükseliş
Jean-Luc Godard, Fransız Yeni Dalga döneminin en yetenekli ismi mi tartışılır fakat en güçlü ismi olduğu kesin. Dönemin en iyi ürünlerinden bazılarını ortaya çıkarması, ikon haline getirdiği yüzleri (Jean-Paul Belmondo, Anna Karina) ve siyasi duruşuyla Jean-Luc Godard, kendi döneminin adından en çok söz ettiren yönetmeni. Godard’ın sinemasıyla en çok anılan isim Anna Karina fakat belli başlı otoritelerce en büyük filmi olarak görülen A Bout de Souffle (1960) filminin başrol oyuncusu, Fransız sinemasında bir Amerikan olan Jean Seberg. Kamera karşısına geçtiği ilk filminden itibaren, dönemin güzellik anlayışıyla karşı karşıya gelip kısacık kestiği saçlarıyla oynayan Seberg, artık bu saçlarını herkese kabul ettirdiği dönemde diyebiliriz. A Bout de Souffle hangi açıdan değerlendirirseniz değerlendirin, büyük bir film oluyor ve Jean Seberg’i Fransız sinemasının ikon yüzlerinden biri haline dönüştürüyor.
“söyle ben saçlarımı kestirirsem ne olur
bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur”
(Turgut Uyar, Anneler Kaçar Gibidir)
İki Aşk, Çalkantılı Bir Aktivist Yaşam ve Kaybedilen Bir Evlat
Jean Seberg, ikon yüzlerden biri haline gelmişti artık, çok biliniyor, çok tanınıyor ve saç kesimi ile beraber A Bout de Souffle filminde giydiği kısa şortlarla, yeni bir moda akımının temellerini atmasına ön ayak oluyordu. Bu tarz koşullar altında, iki kez Pulitzer ödülü (iki kez verilmeyen bir ödül) kazanmış olan ve kendinden yirmi dört yaş büyük olan, Romain Gary ile evleniyordu Seberg. Zaten aktivist bir yaşam süren ve Amerika’daki siyahî karşıtlığına karşı savaşıyla ün salan, Kara Panterler isimli gruba açıktan desteğiyle bilinen Seberg, dönem otoriteleri tarafından yıpratılmaya başlanmıştı. Bu süreçte depresif hallere bürünen ve Meksikalı asıllı yazar Carlos Fuentes‘e âşık olan Saint Jean, Romain Gary ile olan evliliğini, Carlos Fuentes için bitiriyordu. Romain Gary ile olan evliliğinden bir çocuğu olan Jean Seberg, Carlos Fuentes ile olan ilişkisinden de ikinci çocuğuna hamile kalıyordu.
Dönem otoritelerinin baskısını iyice üzerinde hissetmeye başlayan Seberg, FBI’ın ortaya attığı, Jean Seberg’in karnındaki çocuğun Kara Panterler isimli grubun bir üyesinin çocuğu olduğu iddiasının altında eziliyor ve hamileliğinin yedinci ayında doğum yapıyordu. Prematüre doğan çocuğunu çok kısa bir süre içinde kaybeden Jean Seberg, bir basın toplantısına, çocuğunun cansız bedeniyle çıkıyor ve beyaz olduğunu herkese gösteriyordu. Bir annenin, böyle bir şeyi yapabilecek kadar, nasıl bir baskıya maruz kaldığı ve ne kadar büyük depresif hallere büründüğünü hayal etmek bile zor.
Kıyısından Dönülen İntiharlar ve Veda
Yaşadığı büyük bunalımlara rağmen film çevirmeye devam eden fakat kısacık kestiği saçlarını uzatmaya başlayan Seberg, sürekli intiharı denemeye başlıyordu. 1978 yılında, Paris metrosunda bir trenin altına atlamaya çalışmasıyla bu intihar denemelerini iyice belli eden Seberg, bu denemesinin üzerinden bir yıl geçmeden, bu kez uyku haplarıyla intiharı deniyor ve ne yazık ki hayatına son veriyordu. 1938 yılının 13 Kasım’ı özelinde konuştuğumuzda, şanslı bir günümüzdeydik demiştim fakat 38 yılının 13 Kasım’ında ne kadar şanslıysak, 1979 yılının 30 Ağustos’unda o kadar talihsizdik. Bundan tam otuz sekiz yıl önce, böyle bir günde, henüz kırk yaşındayken intihar eden Jean Seberg, tüm sevenlerini ve kendisini daha sonra bilip de sevecek olan herkesi hüzne boğuyordu. Geriye bir insanın hayatı boyunca izlese sıkılmayacağı filmler ve bir yaz güzeline yaraşır olan kısacık saçlarıyla, hatırası kalıyordu.
“Diana’nın öyküsü bir hayaldir çünkü tüm aşklar gibi yaşamın kendisi de bir hayaldir.”
(Carlos Fuentes’in, Jean Seberg’i anlattığı, Diana isimli kitabından.)