16.02.2018
17. !f Bağımsız Filmler Festivali Günlükleri – 1
I Am Not a Witch
“Keçi mi olsam? Yoksa kadın olup, kadın olmanın getirdiği tüm haksızlık ve zorluklarla yaşamayı mı seçsem?
Hâlâ cadılık diye bir şey olduğuna inanılan Nijerya, son yıllarda küçücük çocuklara cadı olduğuna inanıldığı için yapılan akıl almaz işkencelerle gündeme gelmişti. Hatta geçen yıl bir bebeğin cadı olduğu düşünüldüğü için açlığa terk edilmesi tüm dünyada haber olmuştu. Kendisi de Afrika kökenli olan Gallerli Rungano Nyoni de son dönem gündeme gelen bu akıl almaz meseleden yola çıkarak kurmaca bir filme imza atıyor. Çocuk oyuncu Benfors Wee Do’nun çarpıcı performansıyla perdede hayat bulan bu cadılık öyküsü alt metninde birçok şeye değinmekte. Ama filmin asıl bam teli kadının köleleştirilmesi aslında. Tıpkı köle zinciri gibi beyaz kurdelelerle esir alınmış, zorla çalıştırılan kadınlar var karşımızda. Üstelik bu da yetmiyormuş gibi adeta yine hayvanat bahçesinde sergilenerek sömürülen hayvanlar gibi turistlere sergilenen bu kadınlar küçük bir kız çocuğunun keçi inadı sayesinde zincirlerini kıracaklardır.
I Am Not a Witch, kullandığı metaforlar, özenle yerleştirdiği alt metni, feminist damarı ve başrol oyuncusunun yeteneğiyle dikkate değer bir eser.
Tuba BÜDÜŞ
The Nile Hilton Incident
Bir müzik yarışmasında birinci olup yıldızı parlayan Suzan Tamim’in gerçek hayat hikâyesinden yola çıkılarak çekilen filmin The Nile Hilton Incident, Mısır’da yaşanan kokuşmuşluğu gözler önüne seriyor. Mısır’ın üst tabakasından olan iş adamı sevgilisi tarafından vahşice öldürülen Suzan Tamim’in cinayetini araştıran polis amiri Noreddin’in peşine takıldığımız filmin her anında Noreddin ile birlikte Mısır’ın kanun, adalet gibi kavramlardan tam olarak sınıfta kaldığını görüyoruz. 2008 yılında öldürülen Tamim’in filmdeki hikâyesini 2011 yılına yani tam da Mısır’ın Arap Baharı fitilinin tutuştuğu sıralara taşıyor yönetmen Tarık Saleh. Böylece bir cinayet üzerinden gözler önüne serilen ülkenin hali ile başlayan ayaklanmanın buluşması “tam isabet” dedirttiriyor.
Noreddin karakterinin dönüşümünü de izlediğimiz filmde, sınıf meselesinden, göçmenlerin ülkedeki durumuna, adalet sisteminin tükenmişliğine, devlet kurumlarının çoktan iflas bayrağını çektiğine şahit oluyoruz. Rüşvet ve riyakârlığın pençesine düşmüş zavallı Mısır’ın durumuna içimiz acıyorken halkın ayaklanması ise yüreklere su serpmekle kalmıyor; umudu da diri tutuyor.
Tuba BÜDÜŞ
Kar
Emre Erdoğdu’nun ilk filmi olan Kar, sinemamızda pek de örneğine rastlamadığımız bir gençlik hikâyesi. Yerli sinema ve dizilerde çokça karşımıza çıkan gençlik yapımlarına göre oldukça sert bir yapısı olan Kar, toplumun epeyi dışında, uçurumun kenarında yaşayan bir grup gencin yaşantısına kapı aralıyor. Henüz lise son sınıf öğrencisi ya da o yaşlarda olan gençlerin odağı ise Müzeyyen. Müzeyyen, tanımış olabileceğimiz en güçlü kadın karakterlerden biri. Zaten Müzeyyen’e hayat veren Hazal Ergüçlü gibi muazzam bir yeteneğin omuzlarında yükselen karakterin de yeterince donanımlı yaratılmış olması filmin en başarılı yanı. Ergüçlü ile birlikte filmde rol olan oyuncuların büyük bir kısmının başarılı olduğu söylenebilir. Kast seçimi, diyalog yazımı, kurgu gibi konulardaki kusursuzluk senaryo yazımında bana kalırsa biraz tökezliyor. Hikâyeye zorla iliştirilmiş ya da çok da bütünlüğe yedirilemeyen yerlerin olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Lakin bu eksiklikler Kar’ın önemli bir ilk film olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Tuba BÜDÜŞ
İlk gösterimini Adana Film Festivali’nde yapan Kar, Emre Erdoğdu’nun kendine has stiliyle görsel anlamda başarılı bir seyir zevki sunuyor. Bir grup hayatın dışladığı genç üzerinden günümüz gençliğinin karanlık taraflarını ve düştüğü boşluğu tasvir etmeye çalışıyor. Oyunculuk performanslarının üst seviyede olduğu ve senaryonun finale gelene kadar tıkır tıkır işlediği film, Türk sineması adına başarılı bir ilk film olarak yorumlanabilir.
Haktan Kaan İÇEL
Etgar Keret: Based On A True Story
Şahsına munasır kişilik Etgar Keret’in öykücülüğü ve hayatın üzerinden aldığı ilhamlar üzerine yaratıcı bir belgesel olan Etgar Keret, tek kelimeyle her anında kahkahalara boğulduğunuz bir deneyim sunuyor. Gerçek olayların öykülere yansıması üzerine zihin açıcı yanı, güleryüzlü ve sempatik görünüşüyle yazın hayatı üzerine başarılı bir belgesel olarak nitelendirilebilir. Kurmaca bölümleri de sitcom olsa kesin hayran kitlesi bol olurdu.
Haktan Kaan İÇEL
Dreaming Murakami
Ünlü yazar Hiroki Murakami’nin kitaplarını Danca’ya çeviren bir çevirmen ile yazarı arasındaki bağa odaklanan son derece kişisel bir belgesel olarak özetlenebilir. Japonya’nın melankolik ruhu ve Murakami’nin gerçek yaşamı tasvir ederkenki duruluğunu filme yansıtmaya çalışan yönetmen, ne yazık ki Murakami’nin akıcı anlatımını belgesele yansıtamamış. Ancak bir çevirmenin bakış açısından dil ve çeviri üzerine önemli sözler söylediğini ifade edebiliriz.
Haktan Kaan İÇEL
Riga
Parçalar bütünü oluşturur mottosuyla çekildiğini düşündüğüm görsel açıdan son derece savruk bir düzene sahip olan film, on iki ila on dört insanın hayatlarını mercek altına alırken dolaylı olarak bir Ameros Perros kesişmesi kurguluyor. Her insanın diğerinin hayatına dokunabileceğini ama kimsenin bunun farkında olmayacağına dair insanlar üzerinden bir stil denemesi olan Riga, ilk yarısında karmaşık dursa da ilerledikçe anlam kazanarak belirli bir akıcılığa ulaşıyor. Tam anlamıyla bir !f filmi olduğundan ve hiç durmayan kamerasıyla göz tansiyonunu oynatabilecek seviyeye getiriyor. Nitekim izlerken salonu en azından 32 kişi terk etti.