21.06.2017

’93 Yazı: Frida’nın Hayatının Değiştiği Yaz

Küçük Frida’nın Büyük Acısı

Carla Simon’un küçük bir kızın evlatlık gittiği ailedeki sıkıntılı günleri anlattığı ilk uzun metrajı Estiu 93 (’93 Yazı) dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yaptıktan sonra ülkemizde ilk kez İstanbul Film Festivali’nde gösterildi.

Annesiyle babasını kaybeden altı yaşındaki Frida’yı taşradaki evlerine alan dayısıyla yengesinin küçük kızla uyum süreci, Frida’nın kaybının büyüklüğü karşısında ufacık yaşı ve bedeni gibi unsurlar üzerinden ilerleyen ’93 Yazı, duygu sömürüsüne yer vermeden karakterinin yolculuğunu izleyicilere aktarıyor.

Yaptığı röportajlarda kendi hayatından yola çıktığını söyleyen Katalan yönetmen Carla Simon’un da bir nevi büyüme öyküsü diyebileceğimiz ’93 Yazı, sinemanın hikâye anlatma yönünün ne denli önemli olduğunu bir kez daha vurgulayan yapımlardan biri.

1990’lı yılların henüz aşılamamış korku unsurlarından biri olan AIDS’in adı konmadan filmin ruhuna yedirilmesi, hem korku hem acı kaynağı olan bu hastalığın filmdeki rolünü epey önemli hale getiriyor. Filmdeki küçük Frida gibi anne babasını AIDS’ten kaybeden yönetmen, İspanya’nın geçiş dönemi özgür yaşamının da altını çiziyor aslında.

“İspanyol Geçişi, aniden gelen özgürlüğün tadının çıkarıldığı mutlu bir zamandı. Ancak, bu ani özgürlük aynı zamanda uyuşturucu tüketiminde de büyük bir artışa neden oldu. 80’lerin ortasında medya, ‘Eroin Krizi’ adını verdiği ve HIV vakalarında bir artışla birlikte ortaya çıkan durum üzerine haberler yapmaya başladı. … 90’ların başında İspanya’da 21 bin kişi AIDS’ten öldü, Avrupa’daki en yüksek orandı bu.”*

Yönetmenin kendi dilinden İspanya’nın 90’larına bakışımız aynı zamanda yönetmenin en özeline de dahil olmamız anlamına geliyor ’93 Yazı‘nda. Yukarıda değindiğimiz gibi otobiyografik özellikler taşıyan film, küçük Frida’nın bedenine çok büyük gelen acılarla baş etme ve yeni yaşamına adapte olma süreci, yönetmenin de birebir yaşadığı “kayıp”la örtüşüyor. Üstelik bu kayıp öyle bir şey ki küçük Frida’nın çevreden daha da korunması gerekiyor. Bilinmeyen, henüz sadece öldürücü özelliğiyle tanınan hastalığın Frida’nın yaşamında açtığı gedik sadece anne babasını kaybetmekle sınırlı kalmıyor aynı zamanda gittiği her yerde kendiyle birlikte taşıdığı ve insanların uzak durmak istedikleri bir yüke dönüşüyor.

Her şeye rağmen çocuk

Frida, yeni geldiği “evinde” dayısı ve yengesiyle olduğu kadar küçük kuzeniyle de kaynaşmak zorunda. İkisi de çocuk ancak ikisinin yaşadığı dünya çok farklı ve bu iki dünyayı bir araya getirmek oldukça zor. Üstelik Frida’nın hayata karşı verdiği kavga gittikçe içinde büyüyen bir volkan gibi. Tüm bu duygularla boğuşurken yönetmenin kamerasının çocukluğun en doğal hallerini yakalaması filme hem naif hem de samimi bir hava veriyor. Gerilim arttığı dakikalarda bile kameranın gösterdikleri ve görüntülerin anlattığı o kadar doğal ki hem Frida’yı hem de kuzeni Anna’yı en doğal halleriyle gözlemleyebiliyoruz.

Yönetmenin kamerası sadece gösteriyor, hiçbir şey dikte etmiyor. “İşte öyle bir yazdı” dedirtecek birçok mizansen filmde yer alıyor. Tıpkı herkesin çocukluğunda yaşayabileceği bir yaz gibi… Tabii ki geri plana yerleştirilen detaylar filmin dramatik yapısını besliyor ve hikâyeyi daha katmanlı hale getiriyor ancak kamera önü, iki küçük çocuğun en doğal hallerini bize gösterirken başarılı bir büyüme hikâyesi de ortaya çıkarıyor.

Yeni ailem sizsiniz

Filmin finaline doğru yaklaştıkça Frida’nın yeni ailesini -her ne kadar aileden de olsalar- kabulündeki detaylar da ’93 Yazı‘nı çok özel filmlerden biri haline getiriyor. Frida’nın dayısı ve yengesiyle yaşadığı gerilimler, büyükannesinin dünyasıyla yeni evinin arasındaki uçurumlar ne kadar büyük olursa olsun, Frida neyin gerçek olduğunu finalde çok iyi anlıyor. Bir çocuk olsa da gerçek duygunun ne demek olduğuna dair, anlamlandıramasa da yaşayarak tepki verdiği birçok anı biriktiriyor.

Frida, rol yapmamanın ne olduğunu, mutlu olmak kadar üzülmenin de hayata dair olduğunu çok iyi kavradığını; o küçük yaşına rağmen izleyici olarak bizlere çok iyi gösteriyor. Finalde yakalanan duygu, izleyicileri de can evinden vuruyor diyebiliriz. Dolayısıyla ’93 Yazı‘nın ilmek ilmek ördüğü hikâyesi, finalde yaşanan duygu yoğunluğuyla Frida’ya katharsis yaşatırken izleyici olarak bizlerin de gözlerini doldurmaya yetiyor.

’93 Yazı, sinemada iyi hikâye izlemek isteyenlerin, dingin bir anlatımla şekillenen güçlü bir duygusal film örneği özleyenlerin mutlaka izlemesi gereken bir yapım.

*Yönetmenle yapılan röportajdan alınmıştır. Altyazı Dergisi, Haziran 2017.