16.08.2016

O AN: The Silence Of The Lambs

The Silence Of The Lambs (2)

Katillerin Dehasından Unutulmaz Bir Gösteri 

Thomas Harris’in romanından uyarlanan The Silence Of The Lambs, bir seri katili yakalamak için başka bir tutuklu seri katilden Dr. Hannibal Lecter’dan yardım alınması üzerine kurulu, iç içe hikâyelerden oluşan bir yapım. Aday gösterildiği yedi daldan beşinde heykelciği kucaklayarak adeta o yıl Oscar’a damgasını vuran The Silence Of The Lambs, aynı zamanda En İyi Film Ödülü’nü alan tek psikolojik gerilimdir. Filmde toplamda on iki dakika gördüğümüz ama saatlere bedel olan rolüyle de Anthony Hopkins, en kısa süreli rolle Oscar’ı kucaklayan oyuncu unvanının sahibi. Devam filmlerinin ve dizisinin çekilmesini sağlayan filmin, kuşkusuz en başarılı hamlesi Dr. Hannibal Lecter karakteri. Hopkins’in oyunculuğuyla adeta kusursuz bir katille tanışırız. Lecter, inanılmaz zeki, kibar, görmüş geçirmiş, sanata sıkı sıkıya bağlı (resim çizer, klasik müzik dinler) tam anlamıyla kusursuz bir beyaz adam. Ayrıca ismini de tüm zamanların en büyük askeri dehalarından biri olan Hannibal Barca’dan alır. Belki de onun bu kadar kusursuz olması acımasız bir seri katile, namı diğer bir yamyama dönüşmesine sebep olur.  Böylesine donanımlı bir adam ile en azından biraz sonra değineceğimiz sahneye kadar katharsis kurmamak neredeyse imkânsız. Fakat o sahne yok mu o sahne…

İlahımız, şey yani katilimiz geçici olarak bulunduğu güvenlikli bir kafesin içerisinde tuvaletteyken başlar sahne. Fonda kusursuz ezgileriyle Bach’ın ‘’Goldberg Varyasyonları’’ çalmakta, Lecter da eşlik etmektedir. Bu eşlik etmesiyle bile keyfinin fazlasıyla yerinde olduğunu anlamak güç değil. Yemeğini getiren, kendi halinde iki polis memuruna bir gösteri sunmak istediğini kabul etmek istemesek de anlarız. Zaten hapishane müdürünün daha önce kalemi kaybolduğunda içimize bir kurt düşmüştü. Lecter’ın elinde küçük metal parçayı görmemizle kaleme ne olduğu da aydınlanır. Dr. Hannibal Lecter hakkında filmin başından itibaren birçok bilgiye sahip olsak da hala yapabileceklerini çok da tahayyül edememekteyizdir seyirci olarak. Öyle değil mi ya? Ancak gözüyle görürse inanır insan. Peki, öyleyse, merak etmeyin. Çünkü Lecter, filmin başından beri şahit olmadığımız bir gösteri sunacaktır bizlere. Adeta filmin esas katilinden rol çalarcasına – filmde yakalanmaya çalışılan seri katili, asla cinayet işlerken görmeyiz- anlara sahip bu sahne, tek başına bir filme konu olacak denli kusursuzdur. Kan gölüne dönmüş kafesin içerisinde, ortaya çıkardığı eserinin keyfiyle kafasını hafifçe yukarı kaldırıp müziği ruhunda hissetmesi ise kan dondurucu değil de nedir? Bu unutulmaz filmi, tüyler ürperten bu sahneyle hep hatırlayacağınızı da söylemek isterim.