26.06.2017

O An: The Thing

Paranoya ete kemiğe bürünüyor

Bilim kurgu ile korku ögelerini mükemmel bir şekilde birleştiren The Thing, John Carpenter‘ın filmografisinin yapı taşlarından biri diyebiliriz. Hani ismi ile müsemma denir ya, tam da öyle bir film The Thing yani “Şey”.

Bilmediğin, tanımlayamadığın “şey”den korkmak ve bu korkunun yol açtığı kendini sağlama alma içgüdüsü filmin temelini oluşturan tema. Bu tema etrafında şekillenen hikâyenin kahramanları da kendilerinden beklenen bir şekilde “yabancı” olana karşı şiddete başvurma ve yola getiremedikçe daha fazla korkma gibi birbirini besleyen dürtülerle hareket ediyorlar. Üstelik bu “Şey”in kendilerinden olana dönüşebilme ihtimali paranoyanın çıkış kaynağı haline geliyor. Yani, “kendin dışında kimseye güvenme hatta kendine bile güvenme” mottosu ilmek ilmek işleniyor filmde.

The Thing‘in bu korku halini genele yayması ve paranoyayı ete kemiğe büründürmesinin tepe noktasını ele alıyoruz bu hafta O An köşemizde. Filmi izleyenler hatırlayacaktır adeta unutulmuş, kendi haline bırakılmış bir mekânda çalışmalarını sürdüren birkaç bilim insanı, bir gün karlar üzerinde koşan ve helikopterle takip edilen bir köpeğin kaçışına şahit olurlar. Bu kaçışta köpek masum, peşindeki insanlar katil gibi görünmektedir. Tabii bu görünüm daha sonra ters yüz olacaktır.

Sahnemiz ekip elemanlarından Vance Norris’in (Charles Hallahan) geçirdiği değişim anını göstermekte. daha doğrusu, yukarıda da andığımız “her biri olası bir ‘şey’ gibi görünen” ekip elemanlarının ilk kez düşündüklerinin ete kemiğe bürünmüş halini kapsıyor sahnemiz.

Tanımlayamadıkları “şey”in kendini dönüştürme gücünü izleyiciyle birlikte gören ekip elemanlarının, ne kadar hayal etseler de içinde bulundukları tehlikenin tüm bedenlerine yansıdığı andır bu. Kendi halinde görünen Vance, kalbi durunca yere yığılır. Ona yardım etmek isteyen doktor, elektroşok aleti ile Vance’a ilk müdahaleyi gerçekleştirir. Vance’ın bu müdahaleye yanıtı çok korkunç olacaktır: