20.06.2017
O AN: There Will Be Blood
Day-Lewis ile Dano’nun Kariyerlerinin En Muhteşem Performansı
Paul Thomas Anderson’un her biri birbirinden başarılı filmografisinde There Will Be Blood, her açıdan farklı bir yerde durur. Upton Sinclair’in Oil! (Petrol) romanından uyarlanan film, Daniel Plainview adlı karaktere hayat veren Daniel Day-Lewis’in omuzlarında şahlanır. Day-Lewis kadar olmasa da filme katkısı azımsanmayacak kadar önemli olan Eli Sunday karakterini ete kemiğe büründüren Paul Dano’yu da atlamamak gerek. Arızalı adamları perdeye yansıtma konusundaki rüştünü ispatlamış, hikâye aktarımı ile teknik beceriyi kusursuzca buluşturan, Amerikan sinemasının en önemli yönetmenlerinden Anderson ile kariyerlerinde neredeyse çürük elma bulunmayan iki başrol oyuncusunun bir araya geldiği There Will Be Blood, seyirciyi dehşete düşüren birçok sahne ile kuşanmıştır hiç kuşkusuz. Lakin Day-Lewis ile Dano’nun kariyerlerinin belki de en muhteşem performansına imza attıkları bir sahne var ki…
Petrole Giden Her Yol Mubahtır
Hedefine ulaşma adına akla gelebilecek her türlü çılgınlığı, vahşeti yapabilecek potansiyele sahip Daniel’in karşısına ufak bir pürüz çıkmıştır ve her ne şekilde olursa olsun bunu halletmelidir. Daniel’e, petrol boru hattı üzerindeki bir arazi sahibinin, arazisini açma karşılığında ufak bir isteği vardır; Daniel Kilise’de vaftiz olmalıdır. İnançlı biri olmayan, hatta Hıristiyanlığı, Kilise’yi küçümseyen, özellikle peder Eli’yi bir üçkâğıtçı, üfürükçü olarak gören Daniel, bu isteği elbette kabul eder. Kendini adeta Üçüncü Devrim Kilisesi’nin peygamberi olarak gören, Kilise’ye gelen bağnaz ama aynı zamanda masum kasaba halkının duygularını sömürerek bir yerlere gelmeye çalışan Eli ile Daniel’in aslında birbirlerinden hiçbir farkları yoktur. Peki, bu iki kan emicinin herkesin önünde yaptıkları şov için ne demeli?
Amerika’nın Din ve Para İle Olan İlişkisinin Temsili
Gözünü para bürümüş, yalnızlıklarını hırslarıyla yenmeye çalışan Daniel ile Eli, hem ayine gelenlere hem de biz seyircilere baş döndürücü bir şov sergilerler. Daniel’in kutsal suya bulanmasıyla sona eren bu şov aynı zamanda film süresince devamı gelecek intikam halkasının ilkidir. Anderson, zaten yeterince etkileyici olan sahnede kamerayı adeta konuşturur. Zira kamera, üçüncü bir konuşan görevini üstlenir her bir hareketiyle. Şiddetin, yalanların, riyakârlığın kol gezdiği bu sahne, aslında Amerikan halkının din ve para ile olan ilişkisinin de bir temsilidir. Kilise’yi Amerika’nın alegorisi, sahnedekileri de büyük tekel sahipleri ve Hıristiyanlık kurumu olarak pekâlâ görebileceğimiz sahnenin, ışık kullanımı, kadraj ve tabii ki performansların enfesliğiyle sinema tarihinin unutulmazları arasındaki yerini aldığını söylemeye gerek var mı?