13.05.2018
Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok: Şarkılarla Yetinmek
Biraz Düşünmek Gerek
Yönetmen Onur Ünlü’nün Uluslararası Adana Film Festivali’nde En iyi Film ödülü alan filmi Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok, birkaç kez izlenip, her defasında farklı yanlarına dikkat çekilebilecek, farklı okumalar yapılabilecek bir film. Ama filmin alt metinlerini anlamak için biraz düşünmek gerekiyor. Yok ben düşünmeyeyim, keyif alayım diyorsanız bu film size göre değil ama o zaman da filmin görsel yanına, hikâye anlatımına, kurgusuna, oyunculuğa haksızlık etmiş olacaksınız. Eğer daha önceki Onur Ünlü filmlerinde kendinize yakın yanlar bulduysanız bu filme de ilgi gösterin derim. Ayrıca bu film sinemamızdaki farklı örneklerden de biri.
Filmdeki birden fazla karakterin kör olması filmin izleyiciyi düşündüren yanı. Yakında kör olacağı için işini yapamayacak olan takıntılı bir dedektif, onun kör annesi, kör bir müzisyen, bebeği ile filmin sonuna doğru karşımıza çıkan ama filmin kör olma duygusunu izleyiciye geçirmekte en başarılı karakter olan başka bir kör anne olan Leyla. Bu karakter bebeği kucağında, şaşı gözleri, başörtüsü ile kör bir kadını canlandırırken, savunmasız, silahsız insanları akla getiriyor. Hale Sürel’in oynadığı Leyla karakteri filmin sonlarına doğru karşımıza çıkıyor ama filmde fiziksel olarak da metafor olarak da kör olmak durumunu en çok onunla hissettiğimi belirtmek istiyorum.
Bu sadece gözleri görmeyen bir insanın etrafında olup bitenler karşısında savunmasızlığı olarak değil ama aynı zamanda yakınında olaylar sürüp giderken müdahil olamama durumunu da akla getiriyor. Bir çeşit çaresizlik, çıkışsızlık durumu. Sen âşık olmak istersin ya da âşık olursun ama karşındaki sadece cinsel isteklerini doyurmak istemektedir ve bunu sana belli etmeden rol yapar. Konuyu cinsellik temelinde ele alıyorum çünkü filmin olaylar etrafında gelişen ana karakteri cinayet masası dedektifi Salim cinselliğe vurgu yapan takıntıları olan bir karakter. Örneğin kadınların ayaklarını onun gözleri ile görüyoruz.
Anne Oğul Yakınlığının Sınırı Nereye Kadar?
Filmde psikolojide Oedipus kompleksi olarak tanımlanan duruma bir gönderme var. Psikolojik bir okuma filmin Oedipus komplesine dayandığını söyleyebilir. Bu yanıyla analizini psikoloji meraklılarına bırakmakta fayda var ama gene de belirtmeden geçemeyeceğim çünkü Salim bir sahnede genelevde çalışan ve o da kör olan annesi ile buluşuyor. Burada hem oğul hem o kadına âşık bir erkeğin durumu akla geliyor. Ayrıca genelev planlarında ışıklarla oluşturulmuş görsel yan oldukça etkileyici.
Demet Evgar’ın Filmi mi?
Filmi izlemek için sinemaya gelenler Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok filmine bilet almak için aralarında konuşurken filmi Demet Evgar’ın oynadığı mı diye adlandırıyorlardı. Demet Evgar’ın bu tanınırlığı televizyon dünyası kadar bu yıl oynadığı Aile Arasında ve Sofra Sırları filmlerinden de gelmekte kuşkusuz. Bu filmde de başarılı bir oyunculuk çıkartmış. Bu başarı oyuncunun hem beden dilinden hem de sesini kullanmasından geliyor. Dik duruşu, gizemli ses tonu, filmin sonuna kadar katilin kim olduğu ile ilgilenirseniz sorunun hedefi olma hali devam ediyor. Cinayet masası dedektifi Salim rolünde Fatih Artman da içe kapanık, ruh hastası halleri ile rolüne hakkını veriyor. Salim’in annesini oynayan Ayşe Nil Şamlıoğlu’nu bu filmde tanımak güç. O da rolünü başarıyla canlandırıyor. Leyla karakterinin başarılı oyuncusu Hale Sürel’i televizyon dizilerinin takipçileri Poyraz Karayel dizisinden hatırlayacaklar. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunu oyuncu Poyraz’ın marjinal kardeşi Meltem Karayel’i canlandırmıştı.
Sinema ve Fotoğraf
Film mekân seçimi ve tasarımı olarak da görsel olarak da tek tek oldukça güçlü fotoğraflardan oluşmakta. Biz olayların geçtiği yakın planı görürken uzakta televizyon kulesi ile, gökdelenleri ile bir şehir var. Buranın hangi şehir olduğu, hangi ülkede olduğu önemli değil ama orada bir şehir hayatı var. Bir yandan da göl kenarında sazlıklar. Yeşil, sarı otlarla dolu sazlıklar artık şehirlerde yok olan, göremediğimiz doğayı temsil ediyorlar. Ama sazlıkların arasında dedektifimiz cesetle karşılaşıyor. Oysa yok olan doğanın kendisi. Belki de Salim bu yüzden insanların ölümüne kayıtsız, cenaze sahnesinde tamamen kendi dünyasında.
Işık Her Zaman Gerçek Olanı Gösterir mi ?
Filmde aralık kapı ya da pencerelerden vuran güçlü beyaz ışık, hani gerçek hayatta karşılaştığımızda gözleri kör eden cinsten dediğimiz, göremesek hayat nasıl olurdu sorusunu akla getiriyor. Ya da ışık gerçekleri net olarak gösteriyor mu yoksa üzerini mi kapatıyor? Çevremizde olan biten bazı olayların nedenini, niçinini araştıralım mı yoksa üzerini örtüp bırakalım mı ? Doğa cinayetlerine, ormanların yok edilmesine, göğü delen binaların şehirdeki yeşilliğin yerini almasına, şehrin alışık olduğumuz hayatını değiştirmesine sesimizi çıkartmayalım mı yoksa karşı mı çıkalım? Tıpkı işlenen bir cinayette katili bulmak için uğraşırken tüm detayları araştıran dedektifler gibi ince ince toplumda neler olduğu üzerine kafa patlatıp, tepkimizi gösterelim mi yoksa kendi dünyamızda gerçeklere gözlerimizi kapatıp tıpkı Demet Evgar’ın filmde yaptığı gibi şarkılarla mı yetinelim? Filmde çocukluğumuzdan hatırladığımız bir okul şarkısının kullanılması hiç de tesadüf olmamalı:
Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönmeli yurdumda.