14.07.2019

Asla Gözlerini Kaçırma: Kaçılamayan Geçmiş

Sinema seyircisi için dönem filmlerini izlemek her zaman değişik bir deneyim olmuş ve olmaya devam etmektedir. Filmdeki hikâyenin anlatıldığı dönemin yaşam koşulları, giyim kuşam tarzları, hakim olan sanat ve fikir akımları ile daha birçok faktör, dönem filmini özel kılan detaylardan en öne çıkanlarıdır. Bu tür filmlerin belki de en çok karşımıza çıkanları ise II. Dünya Savaşı veya sonrasında yaşanan hikâyeleri yansıtan filmlerdir.

Geçtiğimiz cuma günü vizyona giren Asla Gözlerini Kaçırma (Werk ohne Autor – Never Look Away) filmi de tam üzerine bastığımız bu kategoriye giriyor. II. Dünya Savaşı, Naziler ve onların zihninde yer alan üstün ırk yaratma çabaları, sanat, resim ve aşk gibi konuların hepsini içinde barındıran film, kendi türünün tüm gerekli malzemelerini bünyesinde bulunduran bir yapım olarak seyircisini karşılıyor. Tabii filmin yönetmenlik koltuğunda Başkalarının Hayatı (Das Leben der Anderen – The Lives of Others) filmi ile Oscar kazanan usta yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck olunca da seyircinin beklentisi ister istemez yüksek oluyor.

Film, dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 75. Venedik Film Festivali’nde yapmış ve burada Arca CinemaGiovani ödülü ve Leoncino d’Oro Agiscuola ödülünün sahibi olmuştur. Film ayrıca Dolby Theatre’da 24 Şubat’ta gerçekleştirilecek 91. Oscar Ödül Töreni’nde Almanya adına Yabancı Dilde En İyi Film ve En İyi Görüntü Yönetmeni (Caleb Deschanel) olmak üzere iki dalda ödül için yarışacak.

Kaderin Cilvesiyle Kesişen Hayatlar

Filmi, Das Leben der Anderen ile Oscar kazanan yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck’ın yıllardır beklenen geri dönüşü olarak da nitelendirsek yanlış olmaz. Film, Doğu Almanya’dan kaçarak Batı Almanya’da kendine bir hayat kurmaya çalışan fakat Nazi rejimi altında geçmiş çocukluğunun izlerinden kurtulamayan Alman sanatçı Kurt Barnert’in hikâyesini anlatıyor.

1930’ların Nazi Almanyası’nda başlayan ve otuz yıllık bir döneme yayılan epik hikâyesi, insanları karanlıktan sanatın gücünün çıkarabileceğini gözler önüne seriyor. Gerçek olaylardan esinlenen filmde, Kurt ve Ellie üniversitede tanışır tanışmaz birbirlerine aşık olurlar. Ellie’nin babası, Profesör Seeband kızının erkek arkadaş seçiminden memnun değildir ve bu ilişkinin bitmesi için elinden geleni yapmaya hazırdır. Fakat bilmedikleri şey, Kurt ile Seeband’ın yaşamlarının zaten yıllar önce profesörün işlediği korkunç bir suç nedeniyle bağlantılı olduğudur. Kurt, ne kadar sanatına odaklanmak istese de, Nazi rejimi altında geçen çocukluğunun ve komünizmin gölgesinde kalan gençliğinin yarattığı travmalardan kurtulması kolay olmayacaktır.

Gerçek Bir Sanat Eseri

Dönemi, içinde bulunduğu sanat akımları, yan karakterleri ve oyunculukları ile film bizlere üç saatliğine gerçek hayattan koparıp adeta hikâyenin içinde yaşatmayı başarıyor. Hikâyesi ve anlatımı ile seyirciye muhteşem bir sinema deneyimi yaşatan film bütününe bakıldığında bir sanat eserinden fazlasını vadediyor.

Her Ayrıntısı Düşünülmüş Bir Hikâye

Başrol karakterinin küçüklüğünden başlayan filmin hikâyesi o denli ilmek ilmek işlenmiş ki karakterin küçüklük hikâyesinin olduğu bölüm dahi başka bir filmin konusu olabilecek düzey ve kalitede işlenmiş. Karakterimizin bu dönemini izlerken ilk olarak sürecin bu kadar uzatılması acaba gerekli miydi diye düşünürken filmin ilerleyen sürecinde yaşanan tüm olayların bu bölümle bağlantılı olması karakterin çocukluğunun ayrıntılı bir şekilde işlenmesini tamamı ile destekliyor.

Filmin esasen üç ana bölümünden, birincisinin ardından karakterimizin etkilendiği kız ile tanışması ve ilerleyen süreçte evliliğe giden süreç ile bu süreç içinde yaşadıkları yine muazzam bir şekilde anlatılıyor. Bu bölümün ardından gelen üçüncü ve son süreçte ise karakterimizin sanat hayatını ve üretkenliğine etki eden olay yaşanıyor ve bu kısım da etkileyici bir şekilde tablo gibi sunuluyor seyirciye. Filmdeki tüm bu olay örgüsünün filmin belli başlı noktalarında birbiri içine geçerek neden-sonuç ilişkisi içinde seyirciye sunulması ve olayların da bu bağlamda gelişerek filmin ana iskeletini oluşturması son derece akıllıca ve ustalıkla kotarılmış.

Yaşanmışlıklardan Doğan Sanat

Sanat denen şeyin insan hayatından şekillenen bir gerçek olduğunu ve bazılarımızın her ne kadar bu gerçekliği görmezden gelse de kaderin cilvesi ile bir anda ana malzememizin o yaşanmış gerçeklik olduğunu ve sanatımızın ondan beslendiğini yönetmen ve oyuncular çok başarılı bir şekilde vurgulamış. Nitekim başrol karakterimizin derste hocasına sayılar ile ilgili verdiği örnek de filmin gidişatında önemli bir görev üstlenerek sanat eserinin üretim sürecine olanak sağlıyor.

Filmin hikâyesi içinde resim sanatı her ne kadar öne çıktıysa da dönemin koşulları gereği Nazi yönetiminin ”aryan ırk” yaratma çabaları ve savaş sonrasında Doğu Almanya’daki resim sanatı ve verilen eserlere karşı da son derece ayrıntılı bilgiler edinebiliyoruz. Bunun yanı sıra karakterimizin Batı Almanya’ya geçmesi ile tanıştığı öznel, özgürlükçü ve modern resim, heykel ve çeşitli sanat eserleri de film boyunca bilgilendirici bir nitelik olarak öne çıkıyor.

Yılın İlk Büyük Bomba Filmi

Üç saatlik uzun süresine rağmen bir an olsun sıkmayan ve her daim sonuca varıp bir sonraki bölümün kilidini açan anahtarları ile oldukça rahat izlenen bir seyir zevki sunan film, Oscar Ödülleri’nde hiç kuşku yok ki Alfonso Cuaron’un kazanmasına kesin gözüyle bakılan Roma’sını en çok zorlayacak film olarak dikkat çekiyor. Karakterlerin muhteşem uyumu ve çatışan özellikleri ile tez-antitez kısmının senteze rahatlıkla ulaştığı filmde görüntü yönetmenliği ve prodüksiyonu ile de göz kamaştırıyor.

Kişinin yaşamı boyunca karşı karşıya kaldığı çatışmalar üzerinden sanat eserini üretmesi ve hayatımız boyunca yaşadığımız anılarımızın bir şey üretirken ne derece etkili olduğu filmden çıkarılabilecek en önemli nokta olarak dikkat çekiyor. Filmin başlarına selam çakan son sahnesi ile seyircinin tüylerini diken diken eden bir sona sahip film mutlaka beyaz perdede izlenmesi gereken ve uzun yıllar unutulmayacak ve efsaneleşecek bir kaliteye sahip yapım olarak hafızalardaki yerini koruyacak.