01.06.2016
Baskın: Şerefli Yenilgiler Döneminin Sonu
Türkiye sineması, uzun yıllardır belli türler tarafından rehin alınmış durumda. Bir tarafında sulu sepken komedilerin, diğer ucunda taşrada geçen minimalist hikâyelerin yer aldığı bu esaret, Bir Zamanlar Anadolu’da gibi filmlerle diğer ülke sinemalarının kalburüstü işleriyle karşılaştırabileceğimiz “Yusuf Üçlemesi” gibi anlatıları bize bahşetse de götürdükleri getirisinden kat be kat fazla oldu. Bilim kurgu, aksiyon ve korku gibi türler hayalini dahi kuramayacağımız janrlara dönüştüyse müsebbibi bu hâkim sinema algısıdır. Neyse ki, birkaç ufak deneme dışında elimizi uzatmaya dahi çekindiğimiz türler içerisinde yer alan korku için “şerefli yenilgiler” dönemi Can Evrenol’un Baskın filmiyle sona erdi.
Baskın’ı doğru değerlendirmek için ilk yapmanız gereken hangi ölçme aracını kullanacağınızı belirlemek olmalıdır, doğru bir ölçme ve değerlendirme için “ölçüt” her zaman için önemli olsa da Baskın özelinde bu ölçüt seçimi belirleyicidir: Türkiye Sineması özelinde mi? Bir yönetmenin ilk filmi olarak mı? Evrensel olarak korku türü içinde mi? Baskın’ı sevmeniz, yermeniz, övmeniz veya filme burun kıvırmanız seçtiğiniz ölçüte göre bir anda değişecektir; ama demeden, şerh düşmeden net bir yargı ortaya koymanın tek yolu ise bu doğru ölçütü belirlemeden geçiyor.
Baskın, öncelikle bir ilk film; bunu unutmamak lazım. Senaryo matematiğindeki sıkıntı, hikâyesinin bir türlü kıramadığı tanıdıklık hissi, oyuncu yönetiminde yer yer baş gösteren sorunlar, yüksek perdeden konuşma sevdası gibi uç uca eklediğinizde “korkutucu” görünen başlıkları ilk film olma durumu üzerinden değerlendirmek gerekiyor; karşımızda rüştünü ispat etmiş, bilmem kaçıncı korku filmini çeken bir yönetmen yok. Baskın’da ortaya koyduğu performansla Can Evrenol bir “wonderkid”, on yedi yaşında formayı kapmış bir delici forvet; gelecek için ifade ettiği anlam bugün için ifade ettiğinden büyük. Evrenol’a “olmuş” bir yönetmen muamelesi değil “olacak” muamelesi yapmak lazım Baskın üzerinden.
Baskın, korku türüne dair eser vermeyen bir ülkenin ürünü, Türkiye’de bir emsali yok. Baskın’ı hangi filmle karşılaştırabilirsiniz ki? İslami korkular mı? Drakula İstanbul’da veya Şeytan ile mi? Kendi ülkesi içerisinde bir benzeri olmayan, evrensel bir korku filminin sahip olması gereken bütün teknik özellikleri yerine getiren bu filmi “Senaryosu bir yerden sonra sarkıyor.”, “Biz bunları diğer filmlerde gördük”, “Klasik B filmi işte.” gibi argümanlarla yerebiliyor olmanızın tek sebebi Baskın’ın diğer tüm özellikleri layıkıyla yerine getiriyor olması. Can Evrenol atmosfer kurmayı başaramamış olsaydı, filmin efektleri korkutmaktan çok güldürseydi hepimizin ne diyeceğini biliyorduk değil mi?: “Biz korku filmi çekmeyi beceremiyoruz.” Baskın o kadar başarılı ki size başaramadıklarını konuşma “lüksü” bahşediyor.
Kaldı ki Baskın, Türkiye’den değil de Fransa’dan, Güney Kore’den veya Hollywood içinden çıkan, x yönetmenin yedinci filmi olarak değerlendirildiğinde bile “yeterli” sayılabilecek bir eser; çılgın bir b sınıfı işi. Kanlı, çarpıcı ve göz alıcı. Evet, bu farazi bahiste filmin ilk yarısıyla ikinci yarısı arasındaki uyumsuzluktan, finali giden yolun genleşmesinden veya biz bu filmi gördük hissinden dem vurabiliriz ama bu defa da tüm sorunlarına rağmen “şık olmayı başarabilen”, yetmez ama evet diyebileceğiniz bir eserle karşılaşıyoruz. Baskın’ın paradoksu biraz da bu, yerel için fazla evrensel, evrensel için yeterince yerel değil.
Nihayetinde Baskın, ülkemiz için bir dönüm noktası; yirmi yıl sonra dönüp baktığımızda “Baskın’dan Önce” ve “Baskın’dan Sonra” diye sınıflama yapmamıza olanak sağlayacak bir mihenk taşı. Şerefli yenilgiler döneminin bitişini ilan eden Can Evrenol’un yapması gereken tek şey ise galibiyetten dersler çıkarmak olacak, asıl zor olan da bu zaten.