24.08.2022

Bisiklet Hırsızları: İki Tekerlek Bir Hayat

Güney YURDAKUL

Ayın Yönetmeni Vittorio De Sica’dan Ladri di Biciclette (Bisiklet Hırsızları) -1948

Bisiklet Hırsızları, Antonio Ricci adında işsiz bir adamla oğlunun hikâyesidir. Aylardır işsiz olan Antonio bir iş bulur. Yapacağı iş kentin duvarlarına afiş yapıştırmaktır. Bu işin yapılması için bisiklete ihtiyacı vardır. Aile bin bir güçlüğe katlanır ve bisikleti elde eder. Antonio, ertesi gün bisikleti ile işe koyulur. İş üstünde olduğu bir anda hırsızlar çıka gelir ve onu gafil avlayarak bisikleti çalar. Durumu fark eden Antonio hırsızların ardından koşar. Kentin içinde koşuşturmaca başlar. Polis ise olayı fazla önemsemez. Antonio, önce arkadaşları ve sonra da oğlu ile bisikletini Roma sokaklarında aramaya koyulur. Bisikletini bulur fakat kendisinin olduğunu kanıtlayamaz. Artık sabrı taşmıştır ve katlanacak gücü yoktur. Kendisi de bir bisiklet çalmaya çalışır fakat hemen yakalanır.

Biraz hırpalansa da oğlunun hatrına serbest bırakılır. Baba oğul bir kalabalığa karışarak yoksul hayatlarına geri dönerler.

Bisiklet Hırsızları, yeni gerçekçiliğin ve sinema tarihinin en önemli filmlerinden biridir. Hikâyenin geçtiği görmeye alışık olduğumuz Roma, “Roman Holiday” Roma’sından çok farklıdır.

Yazar ve yönetmen en basit biçimde etraflarına bakmışlar ve Hollywood’un birkaç yıl sonra Aşk Çeşmesi tarzı turistik filmler çekeceği ebedi kentin gerçek ve acılı yüzünü görmüşlerdir…”

(Atilla Dorsay)

İzlediğimiz Roma, sıradan insanların Roma’sıdır. De Sica, hikâyeyi antik Roma ya da gösterişli, ihtişamlı Roma fonundan anlatmak yerine işçi sınıfının yaşadığı sokakları kullanarak anlatmayı tercih etmiştir.

Akımın kanımca en iyi filmi olan Bisiklet Hırsızları, pek çok açıdan akımın özelliklerini tam anlamıyla karşılayan bir film. Filmin çekilmesinde parasal güçlükler baş ağrıtıyordu. De Sica, filmi İngilizce, Fransızca ve İtalyanca olmak üzere üç versiyonda gerçekleştirmek istiyordu. Ancak filme para yatıracak bir prodüktör bulamadı. Tasarıyla yalnız Amerikalı prodüktör David O. Selznick ilgilendi. Ama o da filmin getireceği gelir bakımından başrolünü Cary Grant‘ın oynamasını istiyordu. De Sica ise Henry Fonda dışında başkasını kabul etmeyeceğini söyledi ve böylece anlaşma sağlanamadı. Akımın en önemli özelliklerinden biri olan amatör oyuncuların kullanılması da De Sica‘nın demir-çelik fabrikasında çalışan bir işçi ile anlaşması ile gerçekleşmiş oldu.

Filmin en önemli ve üzerine konuşulması gerektiğine inandığım son dakikalarına geçmeden önce De Sica‘nın Bisiklet Hırsızları‘na kadarki filmlerinde istikrarlı bir şekilde görmeye devam ettiğimiz savaş gazisi İtalya’nın yürek burkan durumunun, filmde nasıl işlendiği üzerine birkaç söz söylemek gerekir.

Baba ve oğul Roma’nın altını üstüne getirerek hırsızı ararlar. Bisikleti çalan hırsızı bulduklarında De Sica, en iyi yaptığı şeylerden biri olan çektiği belge niteliğindeki görüntüleri bizlerle buluşturuyor. Karakter ve biz aynı anda kurulan ve hatta savaştan dolayı kurulmak zorunda olmayan kendiliğinden türlü sıkıntılarla oluşmuş olan mekânı gözlemlemeye başlıyoruz. De Sica, görsel işitsel sinemasal anlatımı olması gerektiği gibi tam yerinde kullanarak hırsızın ana kahramandan farklı olmadığını hatta daha kötü durumda olduğunu bizlere en sade ve öz şekilde gösteriyor. Bu noktada biz seyirciler gerçek mekânlarda geçen gerçek halka mensup insanların dramlarına tanık oluruz. İnsanın insana yabancılaşmasının güzel bir örneği ile karşı karşıyayızdır.

Antoni Ricci için bisiklet, boş zamanlarını eğlenceli bir şekilde değerlendirirken kullandığı bir araç değildir. Onlar için bisiklet, uğruna yataklarından vazgeçtikleri tek geçim kaynaklarıdır. Ricci hayatta kalma mücadelesini verirken kullandığı bu araç elinden alınınca en ilkel içgüdüleri ister istemez uyanıyor ve bir başkasının bisikletine göz dikiyor. Bütün hikâye boyunca haline acıdığımız Antonio, seyircide yarattığı sempatiyi suça karışarak törpülüyor gibi olsa da filmin finali bizi başladığımız noktaya tekrar taşıyor.

Malum sahnenin çok dikkat çekmeyen ve belki de tek seferlik izlenme ile fark edilemeyecek bir özelliği daha bulunuyor. Sahne geniş plandan çıkmıyor. Genel çekim finale kadar devam ediyor. Antonio’nun yüz ifadesini hiç göremiyoruz. Detay çekimler sahne aralarına girmiyor. Yakın planlar hiç yok. Bu durum farklı şekillerde yorumlanabilir. Yeni gerçekçiliğin konu aldığı bireyler, ait olduğu toplumdan ve mekândan izole düşünülemez. Birey etrafında şekillenen kültürel olaylar ile gelişim gösterir. Ana karakterimizin az sonra bozacağı kendi ilkelerinin aslında pek çok nedenden kaynaklandığını, geniş Roma sokağına küçük kalan bedeninden anlıyoruz. Gerçek mekânın kurgusal bir şekilde biçimlendirildiğine tanık oluyoruz. Gerçek mekâna ait gerçek bir eşya olan direk, Ricci ile bisikletin arasında duruyor. Tıpkı bir çizgi gibi. Bu direği geride bırakarak bisikleti çaldığında Ricci’nin kendi sınırlarını aştığını, geri dönülemez bir noktaya adım attığını ve bütün bunlara sebep olan şeyin o sokak ile anlatılan karmaşık ögelerden kaynaklandığını De Sica, sadece görsel anlatım ile veriyor. Belki de Ricci, hem simgesel hem de fiziksel olarak o direği geçtiğinde bilinçaltımızda bu görsel veriler işleniyor ve duygularımız o an bu yüzden harekete geçiyor.

Final, alışılagelmiş Hollywood sonundan çok uzak bir şekilde yapılıyor. Kimin kazandığı, kimin kaybettiği muallak. Kesin bir mahvoluş anlatılmaktansa ucu açık bırakılmış. Belirsiz gelecek, tıpkı dönemin İtalya’sı gibi gri tonlarda gösterilmiş.