14.05.2019

Bizim Büyük Çaresizliğimiz: Çok Bilinmeyenli Aşk Üçgeni

Sinema tarihi boyunca hiç umulmadık zamanda kaybettiğimiz yönetmen ve oyuncular hayatın acı ama son derece doğal gerçeğini yüzümüze bir tokat gibi çarpar. Her sinemaseverin izlemiş olduğu bir filmde performansına hayran kaldığı oyuncular veya o filmlerin yönetmenleri vardır. Onlar hakkında en büyük temennilerimizden biri de uzun süre sinema sanatında yer almaları ve aktif kariyerleri boyunca birçok projede boy göstermeleridir. Hayatın acı gerçekleri ise bazen bu temennilerin gerçekleşmesini engelleyen en büyük düşmandır ve ne yazık ki o güzelliklerin maddi olarak son bulmasına neden olur.

Hiç Ummadığımız Zamanda Kayıp Giden Yıldızlar

Kendi kişisel görüşüm ve şu anki yaşıma kadar şahit olduklarıma göre sinema tarihimizde vefatına en çok üzüldüğüm iki isim, oyuncu Mehmet Emin Toprak ve yönetmen Seyfi Teoman olmuştur. Nuri Bilge Ceylan’ın ilk üç filminde başrolde yer alan ve başarılı oyunculuğu ile gönüllerde taht kuran Mehmet Emin Toprak’ı henüz 28 yaşındayken acı bir trafik kazasında kaybetmemiz belki de sinema tarihimiz açısından en acı kayıplardan biri olmuştur. Bunun yanı sıra bugün, vefatından bir sene önce çekmiş olduğu filmini değerlendireceğim yönetmen Seyfi Teoman’ın vefatı da sinema tarihimiz açısından en acı günlerden biri olmuştu. Henüz 35’inde bir trafik kazasında kaybettiğimiz, sinemamızın bu çok değerli yönetmeni Başka Sinema’nın geçtiğimiz hafta Bizim Büyük Çaresizliğimiz filminin gösterimi ile bir kez daha anıldı. Günün anlamına yakışan çok değerli bir filmle sinemaseverleri tekrar 2011 yılına götüren Başka Sinema’ya da buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Film ve yönetmeni açısından son derece önemli bu girişi yaptıktan sonra filme dair izlenimlerimi paylaşarak artı ve eksi yönleriyle değerlendireceğim. Hazırsanız başlayalım.

Dünya prömiyerini 2011 yılında gerçekleştirilen 61. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde yapan film, ülkemizde ise ilk olarak 2011 yılında gerçekleştirilen 30. İstanbul Film Festivali’nde yapmış ve festivalde Jüri Özel Ödülü, En İyi Görüntü Yönetmeni ve Radikal Halk Ödülü olmak üzere üç ödül kazanmıştı. Yönetmenliğini 8 Mayıs 2012’de genç yaşta kaybettiğimiz Seyfi Teoman‘ın yaptığı, başrollerinde İlker Aksum, Fatih Al ile Güneş Sayın’ın yer aldığı ve Barış Bıçakçı‘nın aynı isimli romanından uyarlanan film, geçmişe dayalı dostlukları olan otuzlu yaşlardaki Ender ve Çetin’in yaşamlarından bir kesiti konu alıyor. İki yakın arkadaş, aynı evde yaşamaya başladıklarında diğer arkadaşları Fikret, bir trafik kazası geçirir ve bu elim kazada annesiyle babasını kaybeder. Kayıplarının ardından Almanya’ya geri dönmesi gereken Fikret, Ender ve Çetin’den, kız kardeşi Nihal’in okulunu bitirene kadar, onlarla kalmasını ister. Bir süre sonra Ender ve Çetin, birbirlerinden habersiz Nihal’e aşık olurlar. Bu ortak aşk, Ender ve Çetin’in dostluğunda yeni bir sayfa açar.

Edebiyattan Beyaz Perdeye

Film hakkında en göze çarpan detaylardan biri hiç kuşku yok ki bir romandan uyarlama olması ve edebi cümlelerle bezeli filmin seyirciye adeta kitap okuyormuş hissi yaratıyor olması. Filmin her anında ve karakterlerin her cümlesinde kendini gösteren bu durum senaryo anlamında filmi neredeyse kusursuza yakın yapıyor ve izleyenlerin zihninde uzun süre kolay kolay unutamayacakları cümleler bırakıyor.

Çok yakın iki arkadaş üzerinden dostluk ve aşk kavramlarına her yönüyle değinmeyi başaran filmde oyunculuklar ve senaryo, filmi sırtlayan en büyük unsurlardan. Yine Barış Bıçakçı’nın senaryosuna katkıda bulunduğu ”İşe Yarar Bir Şey” filmini izleyenler de bu filmle onun arasında cümle yapıları ile sade ama son derece vurucu anlatım arasındaki benzerliği rahatlıkla görebilir.

Samimi Bir Ankara Dostluğu

Filmin Ankara’da geçmesi de nedense o arkadaşlık ortamının doğallığının oluşmasına daha çok fayda sağlamış gibi geldi kanaatimce. Başrolde yer alan üç oyuncunun da yer yer dram yer yerse gülümseten performansları filmin samimi ortamının sağlanmasına büyük katkı sağlıyor. Filmde birkaç sahne dışında müzik kullanımın olmaması da doğal bir atmosfer yaratmada son derece başarılı oluyor.

Artısıyla Eksisiyle

Hikâyenin temelinde yatan arkadaşlık ve aşk kavramlarının zaman zaman birbirleriyle olan çatışmaları filmde o derece etkili işleniyor ki romanın vereceği o edebi tadı beyazperde, kitaba en yakın biçimde vermeyi başarıyor. Filmde göze çarpan ve hikâyenin ilerleyişinde küçük de olsa sorun yaratan noktalar ise Nihal karakterinin Almanya’ya kısa süreli gidişinin çok ani olması ve yine dönüşünün de bir anda gerçekleşip hikâyeye kaldığı yerden devam edilmesiydi. Bunun yanı sıra Çetin’in abisi rolünde yer alan Taner Birsel’in de filme olan etkisi çok kısıtlıydı. Bir de Nihal karakterinin başına gelen olay sonucu aldığı zor karar da filmde üstünde fazla durulmayan bölümlerden biriydi ve aldığı süre biraz daha fazla olabilirdi sanki. Olumlu olumsuz her şey değerlendirildiğinde ortalamanın üstünde yer almayı başaran film, henüz hayatının baharında ikinci filmini çekmiş bir yönetmenin hayata vedasının en güzel yansıması olarak hafızalara kazınıyor. Filmi henüz izleme fırsatı yakalamadıysanız tavsiyem bir an önce listenize alıp bu güzel hikâyeyi tadını çıkara çıkara izlemeniz olacak.