24.08.2022
Call Me by Your Name
Konuk Yazar: Sahra ALKAN
Seyirciyi usulca İtalya’nın kuzey bölgesine götüren, kayısı, şeftali ağaçlarının gölgesinde, yeşil, sarı ve mavinin tonları arasında iki vücudun birbirine dönüşmesinin yolculuğuna çıkaran bir film André Aciman’ın aynı isimli kitabından uyarlanan Call Me by Your Name.
Gerçek aşkın, yani aşkı tüm gerçekliği ile yaşamanın cesur, tutkulu ve saf hikâyesi… Aşkın ve aşıkların ötekileştirildiği hislerin görmezden gelindiği, önlemlerin, sınırların, hesapların arasında aşkın anlamından uzaklaştırıldığı böyle bir dönemde aşka dair aşkla yapılan güçlü bir meydan okuma!
Küçük ve yazlık bir İtalya kasabası, meyve bahçeleri arasında büyük bir ev, müzik sesleri, kitaplar… Günlerini müzik çalışmaları ve okuyarak geçiren on yedi yaşındaki Elio, entellektüel bir ortamda ailesi ile yaşıyor. Profesör olan babasının araştırmalarına yardımcı olmak için altı haftalığına evlerine gelen yirmi dört yaşındaki doktora öğrencisi Oliver’a odasını vermek ve ortak bir banyoyu paylaşmak durumunda kalıyor. Oliver, özgüvenli, hareketli, yaşamayı seven ve rahat yapısı ile Elio’nun ilgisini çekmeye başlıyor ve Elio, Oliver’a duymaya başladığı ilgi nedeni kendisi ile bir kavga haline giriyor. Bu durum, ikisinin arkadaşlığını gerilimli bir temelde var ediyor.
Elio’nun ilgisi zaman içerisinde güçlü ve saf bir arzuya dönüşüyor. Ancak hemcinsine karşı duyduğu bu arzu onu korkutuyor. Zaman zaman kaçmaya çalışıyor zaman zaman bu arzu ile kavga ediyor. Kendini normal olarak nitelendirilen bir birey olmaya zorlarken, arzularına ket vurup bir kadınla ilişki yaşamaya çalışıyor. Ve annesinin okuduğu kitabın bir bölümünü sesli okuduğu o sahnede film Elio’a en güçlü sorusunu soruyor: Söylemek mi daha iyi, ölmek mi ?
Konuşmak istiyorken sessiz kalmak da bir çeşit ölüm değil midir? Farklı olduğunu hissettiğimiz duygularımızdan neden kaçar, saklanırız? Arzu ve aşk bizi esareti olduğumuz korkularımızdan özgürleştirmez mi! Bir aşka kendini bırakmak, kendini arzunun iktidarına teslim etmek yaşamın kendisi ile gerçek bir yüzleşme değil midir ? Bütün bu soruların cevabını Oliver’ın Elio’ya fısıldadığı o cümlede buluyoruz. “Beni adınla çağır!”
Beni Adınla Çağır
Birine kendi adınla seslenmek… Birbirine karışmak, birbirine kavuşmak, o olmak, onda gördüğünün kendine dair olduğu, kendine dair olduğunu düşündüğün şeyin ise o olduğunu anlamak. Arzu bir karanlık labirentse tüm yollarında kaybolmak ve aklını, bedenini o duygunun kendisine bırakmak, bir çıkış yolu aramadan, keşfederek kendini ve dünyayı, renkleri, kokuları, tatları… Ölmeyi değil yaşamayı, sessiz kalmayı değil şarkı söylemeyi, saklanmayı değil dans etmeyi tercih etmek. Hem farklı hem aynı olduğunu, bunun bir çokluk olduğunu aynı zamanda bir bütün olduğunu anlamak. Bu cümle ile aşkın en saf halinde kaybolabilmenin hikayesi filmin kendisi oluyor
Ve filmin sonuna doğru Oliver’ın dönmesi nedeni ile Elio’nun yaşadığı acıya dair, babasının Elio ile yaptığı o konuşmada dediği gibi… “hiç beklemediğimiz bir anda doğa ana bir katakulli çevirip en zayıf noktalarımızı bulur… Kendini hiçbir şey hissetmemeye zorlamak veya hiç bir şey hissetmemek ne büyük kayıp olur. …Şu an acı çekiyorsun ve kederlisin, bunu yok etme aldığın keyfi de öyle…” Ve bu sözler, zamanında söylemek yerine ölmeyi tercih etmek zorunda kalan bir babanın çocuğuna itirafı ile sonlanır. Keyfi ve acıyı bütün zayıflıklarımızla, hissettiklerimizden kaçmadan yaşamak gerek. Ancak o zaman kendimizi tanımaya yaklaşacağız ve aşkla yaşayacağız!