24.08.2022
Dark City: Geçmişsiz Gelecek Olur mu?
Ünal LAP
Filmin genel yapısı
1998 çıkışlı Dark City, genelde dönemdaşı Matrix (1999) ile birlikte anılan, fakat döneminde Matrix kadar büyük bir kitleye erişemeyen ve de günümüzde de kendisine onun kadar kalabalık bir hayran kitlesi oluşturamamış bir film. Mısır asıllı Avustralyalı yönetmen Alex Proyas’ın bir çizgi roman uyarlaması olan deneysel The Crow’undan (1994)sonra çıkıp, günümüzde dahi yönetmenin en iyi filmi sayılabilecek olan Dark City, “insanı neyin insan yaptığı” gibi felsefik bir soruyu bilim-kurgu ve film-noir elementlerini kullanarak varoluşçu bir bakış açısıyla ele alıyor.
Filmografisine baktığımızda I, Robot (2004) ile insan doğallığı-yapaylık ikilemini, Knowing (2009) ile de geçmiş-gelecek-şimdi ilişkisini işlemeyi sevdiğini gördüğümüz Proyas, Dark City’de tüm bu kavramları gayet kuvvetli bir senaryoda harmanlamış. Teknik açıdan baktığımızda ise yönetmenlik koltuğundaki tecrübesizliğini zaman zaman hissedebiliyoruz. Dönemine göre fena sayılmayacak olan özel efektlerin aşırı kullanımı özellikle filmin sonuna doğru boğucu bir etki yapsa da, anlatı filmi her ne olursa olsun birlikte tutuyor ve izleyici filmden uzaklaşmıyor.
Hikâye
Kendi ırklarının devamı için insanı anlamaya ihtiyaç duyan daha üstün bir ırkın, bu gayeyi taşıyarak bir kent dolusu insan üzerinde yapıyor olduğu deneylerdeki bir hatadan harekete geçen film; kentteki yapaylığı, yalnızlığı ve umutsuzluğu izleyiciye film-noir geleneğinin atmosferik izlerini kullanarak hissettiriyor. Özellikle ışık kullanımıyla güçlü bir hava yakalayan Dark City, dekorları ve mekanları ile de başarılı bir görsel çevre oluşturuyor. Örneğin Jennifer Connelly’nin “Sway” cover’ını dinlerken kendimizi bulduğumuz bar tam bir film-noir barı ve başarısız bir kopyanın ötesinde. Sokaklar, kıyafetler ve diğer pek çok mekan da başarıyla oluşturulmuş.
Kuvvetli yanlar
Gizemli ve karanlık bir şekilde başlayan Dark City, bu özelliklerini filmin sonuna kadar muhafaza etmeyi başarıyor. Hafızasını kaybetmiş halde uyanan John Murdock’un (Rufus Sewell) duygusal ve zihinsel dünyasıyla paralelliği seri ve sık sık uzaysal düzlemi bozan (ve bozarken bir teknik kullanmaksızın sonraki sahneyi doğrudan filme koyan) cutlarla çizen Proyas, izleyiciyi tıpkı Murdoch gibi nerede ne yaptığını tam olarak bilmeksizin noktaları birleştirmeye çalışmaya itiyor. Birbirine sertçe bağlanan bu sahneler, tıpkı Murdoch’un kafasında birleştirmeye çalıştırdığı farklı segmentler gibi. Filmdeki insanlık portresini fare metaforu üzerinden de güçlendiren Proyas, şehri filmde gösterdiği fare labirentlerine benzer bir mimariyle inşa etmiş ve bunu izleyiciye gayet estetik biçimde aktarmayı başarıyor.
Şehrin mimarisi film anlatısı için büyük önem taşıyor. Üst ırkın, insanların kaybettiği kimliklerin, unuttuğu anıların yardımıyla kendi özel güçlerini kullanarak inşa ettikleri bu şehir, 50lerden 90lara uzanan pek çok hemen her dönemin çeşitli izlerine sahip. Neonlar, otomatlar, gazete kupürleri, kıyafetler, kimi dekorlar ve fontlar… hepsinde farklı dönemlerin izlerine rastlamak mümkün. Kafkaesk izler de taşıyan bu hikaye, bazı özellikleriyle kimi dönemdaşıyla yakınlık gösteriyor. Mekan kullanımı bakımından The Truman Show (1998), insanın yeri bakımından da Matrix (1999) ile benzeşen Dark City için, her ne kadar benzer bir kitleye ulaşamamış olsa da, bu filmlerden daha kötü olduğu söylenemez; dönemin ruhunu ise bu filmler ve birkaç örnekle birlikte pekala sinemaya yansıttığı kuşkusuz tartışılabilir. “Geç modernizm” izlerinin göründüğü 90lar sonundaki bu filmlerde; insanın evrendeki yerini sorgulayan ve insan üzerinde deneyler yapılan pek çok film üretilmesi tesadüf olmasa gerek.
Özellikle senaryosu ve sanat yönetmenliğiyle güçlü bir bütün oluşturan film, geçmişini ararken geleceğini şekillendiren Murdoch üzerinden döneminin sorularını soruyor. Bu soruları özellikle insan hafızası üzerinden işleyen Dark City’den sonra izleyicinin kendi geçmişine dair herhangi bir şeyi hatırlayamadığında olaya biraz daha farklı bakması ise işten bile değil. Bunu düşündürtüyor olması ise Dark City’nin kuvvetli bir film olduğuna dair en kuvvetli gösterge olsa gerek.