06.08.2018
Dört Köşeli Üçgen: Bir Gözlemcinin Gerçekliğe Giden Yolculuğu
Siyah Beyaz Bir Fotoğraf Şöleni
Başka Sinema programında bu hafta edebiyat, müzik ve resim alanında eserler veren Mehmet Güreli’nin Gölge’den sonra çektiği ikinci film Dört Köşeli Üçgen de var. Film, bu yıl İstanbul Film Festivali programında izleyici ile buluştu. Dört Köşeli Üçgen, Salâh Birsel’in aynı adlı romanından sinemaya aktarıldı. Filmin senaryosu oyunculuğunun yanında çocuk romanları ile de tanınan Görkem Yeltan’a ait. Filmde aynı zamanda anlatıcı rolünü de üstlenen tiyatrocu Mustafa Dinç hayatı gözlemleyen bir adamı oynuyor.
Ülkü Duru, İştar Gökseven, Kaan Çakır, Emre Altuğ, Mehmet Esen, Sezgi Mengi, Alper Saldıran, Şencan Güleryüz, Gökçer Genç, Pınar Tuncegil, İlyas Özçakır gibi isimlerin yanı sıra Sâlâh Birsel’in eşi, tiyatrocu Jale Türkan Birsel‘in de yer aldığı geniş bir oyuncu kadrosu var filmin. Hepsi de rollerini hakkı ile yerine getirmişler. Filmin yapımcılığını Yeditepe Film üstleniyor. Görüntü yönetmenliğini Ahmet Sesigürgil’in gerçekleştirdiği filmin özgün müzikleri Mehmet Güreli’nin imzasını taşıyor. Mehmet Güreli günün yirmi dört saatini yirmi dört kare olarak düşündüğünü söylüyor. Sinema bu kadar dünyasında. Ama sadece sinema değil bu filmi ile fotoğraf dünyasına da selam yolluyor.
Siyah beyaz izlediğimiz filmin bir çok karesi fotoğraf dünyasına katkı yapacak türden. Yansımalar, gölgeler, pencerenin dışından yapılan çekimler her biri fotoğrafçıların da ilgisini çekecek düzeyde. Hatta filmden bir fotoğraf sergisi çıkar mı çıkar. Mehmet Güreli kendisi ile yapılan bir söyleşide (*) sinemanın hayatında her zaman ön planda olduğunu belirtiyor. Dayısı Salâh Birsel’den çok etkilendiğini de belirtiyor.
“Ben Gözlemciyim Hem de Uluslararası Bir Gözlemciyim”
Filmde sık sık bu cümleyi duyuyoruz. Çok sık tekrarlanan bu cümle roman 1961 yılında yazılmış olsa da bugün de anlamını koruyor ve birçok başka çağrışımlar yaratıyor. Hayatımız aslında hep bir gözlemle sürüyor. Gazeteciler gözlüyor, oyuncular gözlüyor, fotoğrafçılar gözlüyor. Sanatın kendisi gözleme dayanıyor. Gözlem o kadar sıradan bir eylem ki. Komşumuz gözlüyor, mahalle halkı birbirini gözlüyor. Sanatçılar bu gözlemlerini öykülere, romanlara, filmlere, resimlere, heykellere dönüştürüyor. Ama gözlemci olmak diye bir meslek var mı? Burada absürt bir şey var. Belki de bu absürtlüğe bizi inandırmak için sık sık tekrarlanıyor: Ben gözlemciyim ! Hepimiz biraz gözlemciyiz.
Filmde bizim gözlemcimiz işi ileri götürerek gerçekleri ortaya çıkartmaya çalışıyor: Gerçek kendini görmek isteyenlere görünür ancak. Burada toplumsal ahlâk anlayışı ironik bir dille sorgulanıyor. Gözlemcimizin bir başka cümlesi de izleyiciyi sorgulamalara itiyor, bir fikir ya kendiliğinden doğrudur ya da değildir. Siz onu değiştirmeye çalışsanız da gerçek değişmez. Gözlemciyi doğrunun peşinde olduğu için işinden kovsalar da o gene de doğruları gözlemeye, paylaşmaya devam edecek.
Gözlemler Satılsa Alan Çıkar mı ?
Filmi izlediğim Kadıköy Sineması’nda iki salon var. Dört Köşeli Üçgen’i elli kişilik küçük salonda izledim. Salon yarı yarıya doluydu. Siyah /beyaz bir roman uyarlamasının sıcak bir İstanbul, pazar gününde yarı yarıya dolu bir salonda oynamasının Türkiye sineması ve izleyicisi adına önemli olduğunu düşünüyorum. Bunda filme duyulan ilginin yanı sıra Kadıköy Sineması’nın konforlu ortamının da etkisi çok kuşkusuz. Filmden sonra birbirini tanımayan izleyicilerin sinema çalışanları ile film hakkında yorumlar yaptığını görünce yıllar önce Emek Sineması’ndaki festival günleri gözlerimin önüne geldi. Sonra Kadıköy sokaklarında dolaşmaya başladım.
İnsanların yüzlerine baktım. Gözlemlemeye çalıştım. Süreyya Operası’nın salonu gösteren afişinin önünde modern dans çalışan iki sokak dansçısı gördüm. Onları izledim. O sırada gülme mi ağlama mı olduğunu anlamadığım sesler duydum. Banklarda genç kızlar şakalaşıyorlardı. Bu seslerin altında kim bilir ne dertler ne tasalar vardı. Gözlemcimiz ne diyordu, gözlemlerden sonuç çıkartmak tehlikelidir. Hem doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmazlar mı? Ya yaptığımız gözlemleri bir kağıda yazıp satmaya kalksak alan çıkar mı? Gözlemcinin garson olarak çalıştığı lokantadaki müşterinin dediği gibi başkalarının yaşadıklarından ders almak bizi daha ileriye götürmez mi?
Gölgeler, Yansımalar, Net/Flu Alanlar
Dört Köşeli Üçgen sanki birbirinden kopuk kısa filmlerden oluşan diyaloğa ve anlatıya dayalı yapısıyla edebiyat, fotoğraf, sinema hatta tiyatro sevenler için seksen dakikalık bir görsel şölen sunuyor. Özellikle fotoğraf meraklılarının net alan derinliği konusunda göreceği çok şey var. Ani odaklama değişimleri gözlemle ilgili anlatıya katkı sağlıyor. Benim gözümüm odaklandığı alanın gerisinde de bir hayat var. Onu da gözlüyorum. Yaşam da böyle değil mi? Filmin gözlemcisinin dediği gibi ben gözlemciyim hatta uluslararası gözlemciyim. Hepimiz gözleniyoruz. Bunu bilerek yaşıyoruz. Bu durum özgürlüğümüzü de kısıtlıyor kuşkusuz.
“Mahremiyet nerede başlıyor nerede bitiyor? Hile her şeyde az çok vardır. Nişan yüzüğünde, fotoğraf makinasında” diyor gözlemcimiz. Sınırlarda dolaşan, izleyiciyi sorgulamalara iten bir film Dört Köşeli Üçgen. Gözlemlenmenin oldukça yoğun her alanda yaşandığı günümüzde filmin ardından Salâh Birsel’in romanına da merak oluşacaktır mutlaka.