13.05.2016
Dünyanın En Güzel Kokusu Yanı Başında Olabilir mi?
Sinemamız dramatik aşk filmlerini seviyor. Aslında dünya sinemasında ve özellikle Hollywood’da dram soslu aşk filmleri seviliyor. Her şeyden önce izlenme garantisi var ve özellikle kadın seyircilerin ilgisini hedefe almak hiç de azımsanmayacak bir geri dönüş sağlıyor. Dolayısıyla bizde de pek çok örneğini gördüğümüz ve gişede de epey ilgi gören Aşk Tesadüfleri Sever, İncir Reçeli gibi filmlere anlayış açısından eklemlenebilecek filmler görmek bir tesadüf değil. Hal böyle olunca başrole yerleştirilen oyuncuların kimyası, özenilecek bir aşk hikâyesi, bu hikâyeye serpilen dram sosu bu tarz filmlerin formülünü oluşturuyor. Biz de bu formülün bileşenlerinden yola çıkarak bu hafta vizyona giren Dünyanın En Güzel Kokusu filmine bir göz atalım.
Filmin başrolleri Rıza Kocaoğlu ve Tuba Ünsal’a emanet. Bu iki oyuncunun filmin başlarında sırıtan yönleri zaman içinde törpülenmiş olsa gerek ki film ilerledikçe birbirleriyle daha uyumlu bir oyunculuk tutturabilmişler. Belki biz izledikçe perdedeki hallerine alışıyoruzdur, bu olasılık da bir köşede dursun. Ancak son tahlilde iki oyuncunun uyumunda çok da göze batacak bir olumsuzluk yok. Bu da izleyenleri “aşk”a inandırma konusunda önemli bir aşama.
Filmin seçtiği konu, “çok iyi arkadaşken aslında çok iyi birer aşığa dönen iki insan”. Dolayısıyla oyuncuların uyumu bu açıdan da önem taşıyor. Yani kimya tutturulamadığı zaman, seyirci arkadaş olarak gördüğü ve belki de benimsediği iki kişinin aşklarına “hadi canım” diyebilir. Film aslında arkadaşken âşık olmaya evrilen hikâyesine bir de “şu yaşa kadar birini bulamazsak evleniriz, çocuk yaparız” klişesini de ekliyor ki aslında bu noktadan çıkan ve aşka evrilen hikâyenin tutturduğu tercih kafada bir soru işareti bırakıyor. Mesela mademki bu klişeye sırtınızı dayadınız, neden aşka illaki ihtiyaç duyuyorsunuz? Yoksa seyirci, sadece iki arkadaş arasındaki böylesi bir anlaşmadan doğan gelecek fikrine hazır değil mi? İki insanın sadece “anlaşma” ile evlenmek ve çocuk yapmak fikri çok mu rahatsız edici? Tabii filmin tercihi aşkı seçmekten yana olduğu için bu sorular sadece tutulan yolun ahlâkî mi ticarî mi olduğu sorusunu da akla getiriyor.
Filmin diyaloglar kısmında da epey kafa karışıklığına düştüğü noktalar var. Özellikle Hakan’la (Rıza Kocaoğlu) arkadaşı Çetin’in (Burak Altay) arasındaki diyaloglar kimi zaman bir kurum olan “evlilik”e dair eleştirel saptamalar içerse de film, evlilik konusunda dişe dokunur tespitler yapmaktan imtina ediyor. Aslında böyle bir derdi de yok gibi ama zaman zaman kullanılan sarkastik cümleler, büyük şehir insanının modern çizgisini yakalama gayesi mi belli değil. Erkekler cephesinde durum biraz evililik karşıtlığı, evlilik taşlaması gibi görünürken kadınlar cephesinde “istemem ama yan cebime koy” ayarında muhabbetler söz konusu. Derya (Tuba Ünsal) ve en yakın arkadaşı Kübra (Esra Ruşan) yaşları ilerledikçe panikleyen modern şehir kadını imajındalar. Derya’nın sadece çocuk sahibi olmak için başladığı ilişkinin aslında dayandığı diğer trajik hikâye (film hakkında sürprizleri bozmamak açısından açıkça yazmamak daha doğru olacak) o kadar zayıf ki senaryoya sadece sentimental kadınları yakalamak için eklenmiş gibi duruyor.
Filmin görüntü tercihlerine dair de söylenecek birkaç söz var. İstanbul dışı yapılan çekimlerde (Amsterdam) kullanılan kamera, görüntüde o kadar bozulma yaratıyor ki filmin atmosferinden çıkmanız olası. Amatör kamera çekimleri gibi duran ve “Keşke filme eklenmeseymiş” dedirten açılar, çiğ görüntü filmin görüntü bütünlüğünü de sekteye uğratıyor.
Dünyanın En Güzel Kokusu, hikâyesine çizdiği dönemeçler ve dramatik tercihleriyle eleştirilebilecek bir film ancak izleyicinin sevdiği “dramatik aşk”ı da iyi yakaladığı ve anlattığı söylenebilir. Dolayısıyla bu tarz filmlere meraklıysanız elbette ki sizi memnun edecektir.