31.05.2017

ELEŞTİRİ: Selma

Martin Luther King, “Bir gün, dört çocuğumun da derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var.” dediğinde yıl 1963’ü gösteriyordu. Washington’da yaptığı o ünlü “Bir hayalim var” konuşmasıydı bu. Birçoğumuz bu ünlü konuşmasıyla hatırlıyoruz M. Luther King’i. Suikasta kurban gittiği 1968 yılına kadar hayatının her aşamasında zencilerin beyazlar karşısındaki eşitsizliği hakkında düşünen, bu eşitsizliği ortadan kaldırmak amacıyla kendine bir yön çizen ve sevenlerinin yalnız bırakmadığı bir kişiydi King. O kadar ki Malcolm X ve Martin Luther King zenci hareketinin simge ismi olmuşlardı yaşadıkları dönem olan 1950 ve 60’larda. Üstelik her ikisi de henüz otuz dokuz yaşındayken suikasta uğradılar ve aynı kaderi paylaştılar.

Bu yılın en fazla konuşulan filmlerinden Selma, Martin Luther King’in zencilere oy hakkı verilmesini savunan yıllarına odaklanıyor. Yıl 1965, Martin Luther King ve arkadaşlarının Alabama’nın ırkçı kasabalarından olan Selma’dan eyaletin başkenti Montgomery’ye protesto yürüyüşleri… Üç aşamada gerçekleşen bu yürüyüşleri filmin merkezinde ve film adını işte bu yürüyüşlere mekân olan kasabadan alıyor. Güneyin ırkçı politikalarını içselleştirmiş insanlarından müteşekkil bir kasaba Selma. King’in çoğu kez büyük eleştirilere kapı araladığı protesto anlayışı (Malcolm X ile anlaşmamalarının temelinde yatan pasif direnişçilik anlayışı) filmin de tüm dokusuna işlemiş.

Biraz tarihten destek alarak bu yürüyüşlere bir bakarsak ortaya şöyle bir tablo çıktığını görürüz: Bu yürüyüşlerin ilki 7 Mart 1965 tarihindeki ilk deneme. Bu yürüyüş karşıt görüşlü kalabalığın ve polisin şiddet uygulaması nedeniyle iptal edilmiş ve polis kuvvetlerinin uyguladığı ağır şiddet sonucu yürüyüşe katılan zenci halk epey hırpalanmıştı. “Kanlı Pazar” olarak adlandırılan bu yürüyüşten sonra hak arayışına özellikle halk desteğinin sağlanması açısından büyük bir dönüm noktası yaşandı. Çünkü göstericilere karşı polisin uyguladığı şiddet, geniş medyada kendine geniş bir yer buldu ve bu görüntüler toplumda büyük bir infial yarattı.

9 Mart tarihindeki ikinci yürüyüşte King önderliğindeki halk, Selma şehrinin dışındaki Edmund Petrus Köprüsüne kadar geldi. Ancak King’in tercihiyle bu yürüyüş de yarım kalacaktı. Esas yürüyüş 25 Mart’ta gerçekleşti ve bu yürüyüşün ardından King’in yaptığı konuşma yine tarihe geçti. İşte bu üç yürüyüşün planlanması, gerçekleşmesi, ardından yaşananlar ve final yürüyüşünün ihtişamı Selma’nın içeriğini oluşturuyor. Tabiî ki film boyunca süren siyasi ve sosyal gelişmeler, beyaz ve zenciler arasındaki çatışmalar, King’in siyasi manevraları ve özel hayatıyla ilgili detaylar filmi zenginleştiren ögeler.

Selma gibi bir filme duygulardan arınarak bakmak pek olası görünmüyor. Zaten izledikten sonra üzerinizde bıraktığı duygulardan da kurtulmak pek kolay değil. Zencilerin uğradığı haksızlıklar, vatandaş olarak teoride hakları olsa dahi bunu pratikte elde edememeleri, on dokuzuncu yüzyıldan gelen ve yirminci yüz yılın da affedilmez bir lekesi olarak kalan Ku Klux Klan zihniyetinin filmde dolaşan ruhu peşinizi bırakmıyor Selma’yı izlerken. Belki de Obama’nın seçilmesine olanak sağlayan bir süreç olarak okumalıyız Selma’yı. Martin Luther King ve arkadaşlarının kazandığı oy verme hakkı açmadı mı bugünlerin önünü? O yüzden Obama’ya giden yol olarak da anmak yanlış olmaz Selma’yı.

Filmin ödül şansını da bir değerlendirmek gerekirse ortaya çıkan tablo şu: Filmin yapımcılar arasında iki ünlü isme rastlıyoruz ve bu isimler aslında filmin tam bir ödül sezonu filmi olduğunu gösteriyor bize: Oprah Winfrey (geçen yıl The Butler’da oynamıştı bu yıl da Selma’da rol alıyor) ve Brad Pitt (geçen yıl 12 Years a Slave’de rol almıştı ve yapımcılar arasındaydı). Filmi izlediğinizde de bu ödüle koşan film tadını alıyorsunuz aslında. Bakalım 22 Şubat akşamı Selma’nın yüzü gülecek mi? Aslında geçen yıl ödülü alan 12 Years a Slave filminden sonra yine zenci haklarına değinen biyografik bir filme ödül gider mi bilemiyorum. Ancak Oscar adayları açıklandıktan sonra bazı çevreler tarafından ırkçı olarak suçlanan Akademi (tüm aday oyuncuların beyaz olması) kendini aklama yoluna mı gider, bilinmez.