13.06.2019

En Sevdiğim Kumaş: Boğucu Hayatın İçinden Yükselen Çığlık

Yaşadığınız hayatı ne kadar sevdiğinizi hiç düşündünüz mü? Kimilerimiz için yaşamakta olduğu hayatta her şey tıkırında giderken kimilerimiz içinse aksilikler hep üst üste gelir ve işler bir türlü yoluna girmez. İşte böyle anlarda hep bir çıkış yolu ararız ve kimi zaman da bulduğumuz en ufak bir dal parçasına tutunarak hayatın boğuculuğundan kurtarmaya çalışırız kendimizi. Vizyonda kendisine yer bulan En Sevdiğim Kumaş (Mon tissu préféré – My Favourite Fabric) filmi de iç savaşın yaşandığı Suriye’de var olmaya çalışan Nahla’nın hikayesini beyaz perdeye taşıyor ve belki de kendimizden bir parça bulmamıza olanak sağlıyor. Kaleme aldığım bu yazımda sizlere film hakkındaki görüşlerimi paylaşacağım.

Dünya prömiyerini geçtiğimiz sene gerçekleştirilen 71. Cannes Film Festivali’nde yapan film, ülkemizde ise ilk olarak bu sene gerçekleştirilen 38. İstanbul Film Festivali’nde seyirci ile buluşmuştu. Film, Şam’da yaşayan ve yirmi beş yaşında genç bir kadın olan Nahla’nın, ailesinin kendisini görücü usulü evlendirmek istediği sırada üst katındaki Madam Jiji’nin yanında kendi özgürlük alanını bulmasını konu ediniyor. Şam’da bir giyim mağazasında çalışan yirmi beş yaşındaki Nahla yaşadığı sıradan hayatın boğuculuğundan kaçma hayalleri kurmaktadır. Annesi onu görücü usulü evlendirmek isteyince Nahla oralı olmaz. Madam Jiji’nin üst katta açtığı “işletme”, bastırılmış cinselliği benliğinin ötesine geçen Nahla için arzularını keşfedeceği bir sığınak olur.

Kaosun Hüküm Sürdüğü Topraklardan Çıkan Bir Hikâye

Arap Baharı’nı en sert ve acımasız bir şekilde yaşayan ülkelerden biri olan Suriye’de geçen hikâye, benliğini bulmaya çalışan bir genç kadını merkezine alarak 15 Mart 2011 tarihinde Suriye’de başlayan protestoların ilk anlarına ve Nahla’nın bastırılmış cinselliğini rahatça yaşadığı bir odadaki sürecine değiniyor. Babasının ölümünün ardından annesi ve iki kız kardeşiyle beraber yaşayan, evlilik çağı ile beraber farklı bir sürece giren Nahla’nın hayatı, film boyunca yer yer parçalı bir anlatımla yansıtılıyor.

Günümüz Suriye’sinin gelmiş olduğu noktanın başlangıç tarihi olan 2011’de başlayan hikâye, olayların başlangıç zamanına dair filmin bazı anlarında seyirciye küçük hatırlatmalar şeklinde sunuluyor ve bunu biraz da Beşar Esad tarafından orantısız bir şekilde uygulanan şiddeti öne çıkararak yapıyor. Filmin bu noktasında döneme ait gerçek görüntüler de yaşananlara dair net kanıtlar sunuyor fakat film günümüzde çekildiği için hikaye içindeki yer alan bu kesitler filmi ne yazık ki mozaik bir görüntüler bütününe dönüştürüyor.

Kendi Dünyasında Yaşayan Genç Bir Kadın

Annesinin görücü usulü ile evlendirmeye çalıştığı Nahla’yı görmek için eve gelen damat ve ailesinin filmdeki varlığı Nahla için hayallerinde âşık olduğu ve kendi kozasında sakladığı erkek ile arasına bir duvar örüyor gibi olsa da Nahla’nın net kararı ve yaşadıkları apartmana yeni taşınan kadın komşusunun hayatı ve işi filmin ilerleyişine son derece büyük bir farklılık katıyor.

Yeni komşuları ile ilk tanışması biraz resmi olsa da ilerleyen günlerde Nahla’nın yalnızlığından kurtulmak için komşusunun evinde gördüklerini kendisi için bir çıkış noktası olarak görmesi filmin akışı adına büyük bir etki yapmaya çalışıyor fakat bunu ne derece başarılı yaptığı tartışılır. Komşusunun evinde kendi cinselliğini çekinmeden yaşama olanağı Nahla için başlarda oldukça çekici görünse de ilerleyen günlerin Nahla hakkındaki gerçeği ortaya çıkarmasıyla ve görücü usulü ile reddettiği adamın filmdeki tüm dengeleri alt üst edecek kararı ile Nahla için soğuk bir duş etkisi yaratarak filmin final sahnesi ile sembolleşiyor.

Artısıyla Eksisiyle

İlk yarım saati ile seyirciyi hikâyenin içine rahatça sokan ve bu kısa süreyi etkili bir şekilde kullanan film, geriye kalan bir saatte ise aynı etkiyi bırakamıyor seyirci üzerinde ne yazık ki. Filmde başrol karakterinin yaşadıkları göz önüne alındığında rüyasında görmüş olduğu hayatının erkeğinin filmde neden bu derece pasif bir şekilde verildiği de tartışılacak en önemli nokta. İkinci bir başrol olacakken son derece zayıf ve sıradan bir karaktere bürünen bu adam film adına en büyük handikaplardan biri haline gelmiş. Kısa süresini savruk bir şekilde kullanan yönetmen de potansiyeli olan böylesine bir filmi de heba etmeyi başarmış. Senaryo anlamında son derece yüzeysel kalan film, oyunculuklar anlamında da seyirci üzerinde o vurucu etkiyi yapamıyor. Konu bütünlüğünün belli bir noktadan sonra kaybolduğu film, izlenmediği takdirde çok da bir şey kaçırılmayacak türden bir yapım.