19.02.2017
!f Bağımsız Filmler Festivali Günlükleri – 3
Dawson City: Frozen Time
Bill Morrison gibi bir ustanın elinden çıkma, büyüleyici bir deneyim Dawson City: Frozen Time. Öncelikle Kanada’nın bir kasabası olan Dawson’da altın bulunması ve ne yazık ki altın avcıları tarafından istilaya uğramasını bizlere anlatıyor film. Hem yerlilerin ve toprakların istilaya uğramasıyla yaşadığı talihsizlik hem de daha iyi bir yaşam umuduyla hayatlarını telef eden insanların trajedisi çıkıyor karşımıza. Sonrasında buradan mükemmel başarılı bir geçişle kasabanın sinema ile ilişkisine ve tarihe tesadüfî bir şekilde kalan birçok siyah-beyaz, sessiz film kopyalarının hikâyesine odaklanıyor. Hem sömürgeciliğin acımasızlığı hem de sinemanın insanlığa getirilerini, serüvenini öylesine akıcı anlatıyor ki film, bir an bile bu belgeselden sıkılmıyorsunuz. Üstelik kurgunun aralarına serpiştirilmiş o muhteşem kopyaların karşımıza her çıkışı tam anlamıyla büyülüyor. Özellikle sinemaya âşıksanız bu filmi kaçırmak çok büyük talihsizlik olur.
Tuba BÜDÜŞ
Lovesong
Festivalin en vazgeçilmez bölümlerinden Gökkuşağı seçkisindeki Lovesong, hem iki arkadaşın hem de iki aşığın hikâyesi. Arkadaş olarak mı yoksa âşık olarak mı yollarına devam edecekler bir türlü karar veremeyen karakterlerimizin birlikte zaman geçirip, eğlendikleri zamanların hissiyatı fazlasıyla kuvvetli. Filmin ilk bölümünde az biraz yol hikâyesi gibi de seyrederken ikinci bölümde tam tersi, bir evliliğin yani bir yere çakılı kalmanın arifesinde geçmekte film. Birbirine zıt bu bölümler birbirine de fazlasıyla zıt karakterlerin çatışmasıyla ilerliyor. Finalinin ve söylemek istediklerinin sıkıntılı olduğunu düşünmekten kendimi alamadığımı da belirtmem gerek. Zira bu zıt karakterlerin kalplerinin sesine yelken açmayıp da birbirlerine benzeyip, gelenekleri devam ettirmeleri oldukça rahatsız edici bana kalırsa. Filmin bana sürekli, bazı dokunuşlarıyla American Honey’i hatırlattığını da eklemek isterim.
Tuba BÜDÜŞ
Billy Lynn’s Long Halftime Walk
Ang Lee, açıkçası böyle filme neden yeltendi ya da bu filmi çekerken kafası neden bu kadar karışıktı anlamak zor. Irak’ta askerlik yapan bir gencin, çatışma sırasında arkadaşını kurtarmaya çalışması ve sonrasında Amerika’nın ucuz kahramanlık hikâyelerinden biri olması, aynı zamanda Billy’nin özellikle kız kardeşi üzerinden yaptığı savaş karşıtlığı ya da halkın savaşa olan vurdumduymazlığı vs… Hiçbiri tam olarak ne söylediğini, ne istediğini bilmeyen beyhude çabalar olarak asılı kalıyor filmde. Filmin savaş karşıtı mı olduğunu yoksa askerliği, savaşı kutsadığını mı hiç mi hiç anlayamıyoruz. Ang Lee’nin bir Amerikalı olmamasına rağmen artık bir Hollywood yönetmeni olarak kraldan daha çok kralcı olduğunu anladım ben bu filmden yalnızca. Lee için oldukça talihsiz bir iş olarak filmografisinde hep sırıtacak Billy Lynn’s Long Halftime Walk.
Tuba BÜDÜŞ
Ang Lee gerçekten bu mu, yoksa kariyerine çelme takan filmi bu mu diye düşünmek gerekiyor sanırım. Aslında Lee’in kazandığı ödüllere rağmen belirli bir oranda kariyerinde düşüş yaşadığı bir gerçek ama Billy Lynn’s Long Halftime Walk Lee sineması içinde nasıl açıklanabilir bilemiyorum. Açık ara en kötü filmi demek mümkün ilk etapta. Ancak filmin sadece sinemasal açıdan değil, söylem kargaşası yaşadığı ve hikâyesini bir türlü bir yere oturtamadığı gerçeği de ortada. Tam ne söylediği belli olmayan ancak savaş karşıtı gibi görenen Billy Lynn’s Long Halftime Walk bir müddet sonra militarizmi kutsayan bir havaya bürünüyor. Ang Lee’ye bir sonraki filmi için belki biraz daha kredi saklayabiliriz ancak bu film kredilerinin çoğunu harcamasına yeter de artar bile.
Seçil TOPRAK
La Tortue Rouge
Aralarında Studio Ghibli’nin bulunduğu birkaç yapım şirketinin ortak ürünü olan The Red Turtle, diyalogsuz bir animasyon. Ancak diyalogsuz olmasını avantaja çevirerek hiç konuşmadan çok önemli şeyler söylüyor. Duyguların gösterimi, insanın yalnızlığı ve doğaya dönüşünü konu alan film izleyicinin kalbine dokunmayı başarıyor.
İbrahim TOSYALI
Everybody Wants Some
Richard Linklater’ın son filmi Everybody Wants Some, yönetmenin en ünlü filmlerinden olan aynı zamanda tüm zamanların en değerli gençlik filmlerinden biri olarak gösterilen Dazed and Confused’un ruh ve tema olarak devamı niteliğinde… Okulun beyzbol takımının başarısını düşünen bir grup arkadaşın aşk, sorumluluklar ve problemlerle mücadelelerini gördüğümüz filmde Linklater filmlerinden alıştığımız güçlü diyaloglar öne çıkıyor. Karakterlerin hayata, sanata, spora, müziğe dair her şeyi konuştuğu filmi Boyhood’a tam ısınamamış biri olarak çok sevdim.