23.02.2017
!f Bağımsız Filmler Festivali Günlükleri – 7
Certain Women
Festival bünyesine neden dâhil edildiğini bir türlü anlayamayacağım, sıradan, aynı şeyleri tekrar eden, fazlasıyla klişe bir film Certain Women. Kelly Reichardt, açıkçası üretim sıkıntısı çekiyor olsa gerek ki, hepimizin ezbere bildiği şeyleri, sevilen, son yıllarda popüler olmuş kadın oyuncularla önümüze tekrar ısıtıp koymayı marifet bilmiş. Üstelik bir uzun metraj ortaya çıkarma derdine bile düşmeden yapmış bunu. Ancak bir öğrencinin dersten geçmek için zorunlu olarak çekeceği üç kısa filmi bir araya getirerek.
Kadın horlanır, yuvayı dişi kuş yapar ama kıymeti harbiyesi bilinmez, kadın mücadelecidir gibi gerçekleri tatlı tatlı söyleyince ne oluyor yani? Çözüm adına ne sunuyor? Bana kalırsa kıymetli zamanınızı verip de izlemenize gerek olmayan, kendini film sanan ama asla olmamış bir filmcik Certain Women.
Tuba BÜDÜŞ
A Man Called Ove
Festivalin filmin tanıtımına tıpkı yazdığı gibi, evet ben Ove’yi tanıyorum. Onun gibi bir komşum olmadı belki ama onun nüvelerini çevremdeki yaşlı adamların çoğunda gördüm. En çok da bugüne kadar izlediğim filmlerde hep Ove’yi bana hatırlatan karakterlerle tanıştım. Açıkçası Ove’yi izlerken daha bu yıl perdede arz-ı endam eden ve birçoğumuzun gönlünde taht kuran I Daniel Black’i hatırladım sık sık. Yalnız başına kalmış, hasta ve bir şekilde ıskartaya çıkarılmış yaşlı adamlarımız, karşılarına çıkan bir kadın ve onun çocuklarıyla tekrar hayata döner ve sonrasında huzurlu bir şekilde bu dünyadan ayrılırlar. Ne kadar da benzer değil mi?
İsveç’in bu yıl Oscar’a konuk olmasını sağlayan bu film, muhteşem bir kurguyla Ove’nin çocukluğundan itibaren hayatını muhteşem bir ustalıkla perdeye yansıtıyor. Ove’nin kişiliğinin, yaptıklarının hepsinin altına incelikle dolduran film, asla yanıtsız sorulara yer bırakmıyor. Ayrıca didaktik olmadan dürüstlük, iyi insan olma, erdem gibi birçok meziyeti de ruhumuza hafif bir esintiyle dolduruyor. Gözlerinizin yaşarmaması bu filmi izlerken asla mümkün değil diyecek kadar da iddialıyım.
Tuba BÜDÜŞ
Sinema tarihi yeni bir kahraman kazandı diyebiliriz. Aksi, inatçı, tuttuğunu koparan hem de oldukça hüzünlü bir adam “Ove”. İsveç’ten gelen bir güzellik diyebiliriz A Man Called Ove‘ye ya da orijinal adıyla En man som heter Ove. Başroldeki Rolf Lassgård’ın Ove’ye hayat verdiği filmde gizli kahraman Bahar Pars’ın canlandırdığı Parvaneh karakteri. Adeta kaybettiği eşinden sonra hayata tutunacağı dal olan Parvaneh ve çocukları, Ove’nin hayattaki yeni görevi oluyor. Her işini disiplinle yerine getiren Ove için bu sorumluluk da bir müddet daha hayata bağlılık anlamına geliyor, hiç istemiyor gibi görünse de. Oscar adaylığı da olan bu sevimli ve hüzünlü filmi izlemenizi öneririm.
Seçil TOPRAK
India in A Day
Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu film belki bir yönetmenlik değil ama bir kurguculuk harikası. Kanadalı yönetmen Richie Mehta, 10 Ekim 2015 yılında Google’un, Hindistan’da yaşayan insanlara bir günlerinin videolarını çekmeleri ve siteye yüklemelerini söylemeleri üzerine yüklenen 16.ooo kayıttan faydalanarak bir film ortaya çıkarıyor. Açıkçası filme giderken konu bütünlüğü olmayan, kesik kesik videoları izlemek ne kadar mantıklı diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Lakin film, beni inanılmaz derecede etkiledi. Kameranın arkasında ya da önünde binlerce kişinin olduğu India in Day, bir solukta izleniyor.
Filmin benim nazarımda başardığı en önemli şey ise, onca yoksulluğa, sefalete rağmen insanların, izleyenin yüreğine umut aşılayan bir havasının olması. Gençlerin, bizleri transların çalıştırdığı bir lokantaya götürmelerinden, yüzü peçeli bir kadının din özgürlüğünden bahsetmesinden, devleti, sistemi eleştirenlerden, kadınların toplumdaki yerini sorgulayan ve bu yeri eleştirenlerden tut da niceleri unutulmaz bir rüzgâr estiriyor perdede. Hindistan halkına kendimi hiçbir filmde bu kadar yakın hissetmemiştim açıkçası. Hiçbir kurmaca bana Hindistan’ı, Hindistan halkını böyle yansıtmamıştı. İyi ki izlemişim demekten kendimi alamıyorum.
Tuba BÜDÜŞ
King Cobra
Açıkçası bu yıl Gökkuşağı seçkisindeki en zayıf film King Cobra diyebilirim sanırım. Zira filmin yönetmenlikten tut da senaryosuna kadar birçok yönden zayıf kaldığını ve en önemlisi vermek istediği etkiyi başaramadığını söylemem gerek. Oyunculuklar konusunda belki çıtayı biraz olsun yakalayan filmin en büyük artısı James Franco oluyor. 2006 yılında henüz sosyal medya bu kadar gelişmemişken porno film sektörünün arka planına bir bakış atmak isteyen King Cobra, bunu iki farklı çift üzerinden yapıyor. Daha sonra yolları da kesişecek bu çiftlerin arasındaki güç savaşı, iktidar hırsı ve daha niceleriyle bir süreliğine bir suç filmi sularında da yüzen film, tüm çırpınışlarına rağmen benim nezdimde sınıfı geçemiyor.