25.02.2017
!f Bağımsız Filmler Festivali Günlükleri – 9
Anti- Porno
Usta yönetmen Sion Sono elinden çıkma, muhteşem bir deneme olan Anti-Porno, sinemanın hala nasıl yeniliklerle, çılgınlıklarla bizleri tanıştıracağının bir müjdesi adeta. Japonya özelinde tüm dünyadaki erkeklerin kadına olan bakış açısını, akıl oyunları yapan senaryosu, hınzırlıktan geri durmayan çapraşık kurgusu ile gözler önüne sermeyi tercih ediyor Sono. Tüm bu maharetlerinin yanında estetiği, renkleri, kostümleri, müzik kullanımı ve daha niceleriyle tam bir şenliğe dönüşüyor Anti-Porno. Elbette bir süre akışa ayak uyduramamak, seyirci olarak bir nebze yalpalamak mümkün. Lakin biraz dişinizi sıkarsanız, devamı tadına doyulmaz bir deneyim. Üstelik söylediklerinin gerçekliği de okkalı bir tokat kadar ağır.
Tuba BÜDÜŞ
Bir kızın cinsellikle imtihanını yapıbozumcu bir tavırla işlerken, oyunbaz bir film olmayı başarıyor. Film kimi anlarda mindfuck kıvamında oyunbaz bir kimliğe bürünürken gerçekten göz alıcı renk paletiyle görsel bir şölene dönüşüyor. Tuhaflıklar senfonisi olarak özetlenebilecek Anti- Porno dahilikle delilik arasında gidip gelen sıradışı bir deneyim…
Haktan Kaan İÇEL
Morris From America
Bir büyüme hikâyesi var karşımızda. Lakin bu büyüme hikâyesi öyle pek de acılı değil. İzlerken Morris’in yaşadıkları yüzümüzde tatlı bir tebessüm yaratıyor. Morris, babasının işinden dolayı ülkesinden çok uzaklarda, kendisinden başka siyahînin olmadığı bir yerde yaşamak zorundadır. Her ne kadar babasıyla gayet güzel bir ilişkisi olsa da Morris’in âşık olması, hem de kendisinden büyük ve baya uçarı bir kıza âşık olması onun bütün dengelerini alt üst eder. Âşık olmak zaten on üç yaşındaki Moris için oldukça zorken okulda öğretmenleri de dahil olmak üzere ona ırkçı bir tavır takınınca her şey bir süre çıkmaza girer. Fakat ona Almanca öğreten genç üniversiteli, ona fazlasıyla düşkün babası ve rap müzik Moris’in bu dönemi çok da zayiat almadan geçmesini sağlar.
Rap müziğin gölgesine sığınan Morris’e hayat veren Markees Christmas’ın oyunculuğunu izlemek bile tek başına müthiş bir deneyim.
Tuba BÜDÜŞ
T2: Trainspotting
Danny Boyle nostalji duygusunu fazlasıyla yaşatırken yine oldukça eğlenceli ve kışkırtıcı bir yapıma imza atmış. Sistem eleştirilerinin daha olgun ve Welsh’ten ziyade Palahniukvari olduğu film, oyuncuların da yine sağlam performanslarına sahne oluyor. İngiltere, arkadaşlık ve futbol olgularının da nasibini aldığı film, ilk filmde olduğu gibi yıllarca dinlenecek bir soundtrack albümüne de sahip. T2 olması gerektiği gibi bir devam filmi.
Onur KIRŞAVOĞLU
Okulda Deniz Kazası
Tamamı elle çizilmiş estetiği ve deneyselliği ile tarzı sevenleri memnun edecek olan film, absürt anlatı ile de izleyiciyi yakalıyor. Ancak, kafası karışık olan senaryosu ve kendini ciddiye alan söylemleri ile izleyiciyi konsantrasyonu zor bir hale sürüklüyor. Kısa film olsa çok daha büyük bir değere sahip olacak yapım, bu haliyle vasatı geçemiyor.
Onur KIRŞAVOĞLU
Certain Women
Öğretmen, çiftçi, avukat ya da patron. İçimizden, saf ve umutsuz kadınlar. Kimisini aşk, kimisini iş beklentiye ve hayatın derinliğine sürüklüyor. Peki bu kadınların hikâyesi nasıl anlatılır? KellyReichardt’ın tercihi alabildiğine gerçekçi ve saf. Ekstra hiçbir manevraya kaymadan, saflığı bozacak bir anlatıya bulaşmadan, hayatın tam içine yaşandığı gibi…Certain Women, yalın sinemayı ve senaryonun gücünü sevenleri mest edecek.