14.12.2017
Le Redoutable: Perdede Yaşayan Bir Efsane
Perdede Yaşayan Bir Efsane
The Artist filmiyle sinema tarihine saygı duruşunda bulunan Michel Hazanavicius, bu yaptığı biraz da hesaplı hamle ile Akademi’yi etkilemeyi başarmış, En İyi Yönetmen ödülü ile birlikte beş ödülü birden heybesine eklemişti. The Artist filminin her ne kadar Oscar’da bu denli ödüle boğulacak bir film olup olmadığı tartışılsa da Hazanavicius’un umut vaat eden bir yönetmen olabileceği düşünülmüştü. Ne de olsa daha önceki OSS 117: Le Caire, nid d’espions ve OSS 117: Rio ne répond plus gibi ajan parodileriyle gayet eğlenceli işlere de imza atmış bir isimdi kendisi. Fakat 2014 yapımı Çeçen Savaşı’ndan bir kesit sunan The Search, vasatı aşamamış ve çoğunluk tarafından hayal kırıklığı olarak görülmüştü.
İşte Hazanavicius’un böyle bir sarsılışın ardından Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan son filmi Le Redoutable’in nasıl olacağı konusunda şüpheler hayli fazlaydı. Filmekimi sayesinde izlediğimiz film, kimin filmi olduğundan daha çok filmde anlatılan kişi ile merak edildi. Fransız Yeni Dalgası’nın öncülerinden, sinema tarihinin mihenk taşlarından olan Jean-Luc Godard’ın hayatından bir kesitin perdede hayat bulması sinemaseverler için tek başına heyecanlanmak için yeterli bir sebep ne de olsa.
87 yaşında olmasına rağmen hala üretmeye devam eden üstelik yeni şeyler denemekten asla vazgeçmeyen, her yaptığıyla seyircisini şaşırtan, yaşayan efsane Jean-Luc Godard elbette perdede boy göstermesi gereken bir isimdi. Böylesine büyük bir ustanın perdede boy göstermesi için ölmesini beklemek gereksiz bir zaman kaybıydı ne de olsa. Her yaptığıyla, her çektiği filmle sinema tarihine yön vermiş, bir nesli peşinden sürüklemiş bir isim olan Godard, birçok başyapıta imza atmış, siyasi kimliğiyle de hep ön planda olmuştur.
Fransa’da 68 yıllarında yaşanılan politik ortamdan çokça etkilenmiş, etkilenmekle kalmamış bizzat içinde bulunmuş Godard, her ne kadar bu duruşuyla bazı kesimlere samimi gelmese de yaptıklarını azımsamak hadsizlik olur. Zira Paris sokaklarında çatışmalar sürerken Cannes Film Festivali’nin yapılmasına karşı çıkıp festivalin iptal edilmesinde önemli rol oynamış isimlerden biridir en başta Godard. Hazanavicius da böylesine bir ismin hem politik hem de duygusal olarak en yoğun olduğu dönemine ışık tutmak istemiş.
Godard Filmi İçinde Godard
Hazanavicius, Godard’ın Anne Wiazemsky ile evli olduğu ve ona deliler gibi âşık olduğu ama aynı zamanda da Godard’ın sürecin politik ortamından en çok etkilendiği yılları mercek altına almakta filmde. Buradan da anlaşılacağı gibi film, Godard’ın yönetmenlik kariyerine, sinema ile olan ilişkisine odaklanmıyor pek. Hazanavicius, çok mantıklı bir hamle ile Yeni Dalga’nın öncülerinden olan Godard’ın sinemasını anlatmak için bir Yeni Dalga filmi yapmayı tercih ediyor. Böylece kısıtlı bir zaman sürecinde Godard’ın en önemli, en çok kelam edilmesi gereken yanını filminin kendisiyle anlatarak çok daha etkili bir şekilde hem de bire bir göstermiş oluyor.
Kameraya dönüp konuşan karakterler, Fransa bayrağının renklerinin (mavi, kırmızı, beyaz) filmi ele geçirişi, her duvara ya da yola yazılan yazılar, zaman zaman kesilen ya da yükselen ortam sesleri, kimi zaman diyaloğun gereğinden fazla çıkan ortam sesi nedeniyle hiç duyulmaması, hınzır kamera kullanımı ve daha niceleri… Hazanavicius, Godard’ın seyirciyi hikâyeye yabancılaştırma adına yaptığı tüm hınzırlıklarını filmine yerleştirmekten asla çekinmiyor. Üstelik bu konuda elini korkak alıştırmadığı gibi yer yer abartmakta da sakınca görmüyor. Üstelik Hazanavicius, adeta kırk yıllık bir Yeni Dalga yönetmeniymişçesine başarıyla kotarıyor tüm bunları. Bir Godard filmi içinde Godard filmi olarak tarif etmenin de mümkün olduğu Le Redoutable, Yeni Dalga’dan bıkmayan ve nostalji hissinden haz alan seyirciyi tam anlamıyla ele geçiriyor.
Her Şeye Rağmen Perdede Godard İzlemek…
Gelelim Hazanavicius’un bir diğer meziyetine. Oyuncu seçimindeki başarı, yine filmin en büyük artılarından hiç kuşkusuz. Ustaya beyaz perdede hayat veren Louis Garrel, tek kelimeyle kusursuz bir oyunculuk sergiliyor. The Dreamers filmindeki başarısı ve etkileyici görüntüsüyle sinemaseverlerin radarına giren Fransız oyuncu, Godard’ın gençlik yıllarının adeta bir yansıması gibi olmuş. Böylesine bir benzeyiş ve böylesine bire bir karaktere hayat vermek pek de eşine rastlanır bir durum değil açıkçası. Aynı şekilde Anne Wiazemsky’i canlandıran Stacy Martin’in de Garrel’den kalır yanı olduğunu söylemek güç. Lars Von Trier’in en ayrıksı filmlerinden Nymphomaniac’daki cesur rolüyle sinema dünyasına adım atan Martin, oyunculuk konusundaki iddiasını bir kez daha ispat ediyor bu filmle.
Le Redoutable’nin bir dönem filmi olması sebebiyle çok da akılda kalıcı bir etki bırakmadığını söyleyerek film ile ilgili eleştirilerimize başlayabiliriz sanırım. Zira olumlu yanları kadar seyirci olarak en azından benim rahatsız olduğum birçok nokta da vardı elbette. Örneğin Godard’ın tüm film boyuncu çevresi tarafından sevilmeyen, her zaman insanlar tarafından rahatsız edici bulunan biri olarak lanse edilmesi fazlasıyla abartılı. Siyasi olarak dönemin gidişatına duyarsız kalmayan ve sürekli öğrenmeye, kendini geliştirmeye adayan birinin her daim katıldığı ortamlarda eleştirilmesi, aşağılanması mümkün mü?
Hazanavicius’un aktardığı gibi öğrenci hareketi, arkadaşları, meslektaşları ve en önemlisi karısı tarafından filmdeki kadar sıkıcı, megaloman ya da zavallı olarak mı görülmüştür? Açıkçası Hazanavicius, bu konuda fazlasıyla haddini aşmakta. Godard’ı çoğu sahnede küçük düşürerek ne gibi bir hesap peşine düştüğünü anlamaya çalışmak imkânsız.
En başta Godard’ın kendisi tarafından onaylanmayan bir senaryoya sahip Le Redoutable’nin, eksikleri ile meziyetleri terazinin kefelerinde neredeyse birbirini dengeliyor. Lakin gereğinden fazla abartılan mizah duygusu, ustaya saygısızlık sınırında bir noktaya kadar vardırıyor işi kimi zaman. Bu da ustaya gönülden bağlı ben ve benim gibi birçok seyirciden eksi not almak için geçerli bir sebep. Yine de filmi sonuna kadar izleme isteği asla eksilmiyor. Özellikle birkaç sahnenin ise defalarca izlenilse de verdiği zevkin azalmayacağını gönül rahatlığıyla garanti edebilirim. Son tahlilde eksileri ve artılarıyla perdede bir Godard izlemek büyük bir zevkti her şeye rağmen.