14.10.2016
Filmekimi: Under The Shadow
İran’dan cin filmi…
Ülkemizde Korkunun Gölgesi adıyla vizyona girecek film, bu yılın en dikkat çekici korku filmlerinden biri haline geldi. Gösterildiği her yerde olumlu eleştirilerle karşılaşıyor. İngiltere – Katar – Ürdün ve İran ortak yapımı olan film, İngiltere’nin sahip olduğu büyük pay sayesinde, İngiltere’nin Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde Oscar aday adayı oldu. Malum İngiliz filmleri bu dalda ana dilleri İngilizce olduğu için katılamıyorlardı. Ancak son birkaç yıldır yapımını üstlendiği farklı dillerdeki filmlerle bu kategoriye dahil olmaya çalışıyorlar. Hatırlarsanız geçtiğimiz yıllarda Türk filmi Uzun Yol da aday adayı olmuştu.
Filmin konusuna kısaca göz atalım. Shideh (Narges Rashidi) ve kızı Dorsa (Avin Manshadi), İran – Irak savaşı sırasında bir oturdukları apartmana hapsolurlar. Çünkü kocası görev icabı savaş bölgesine atanmıştır. Savaşın varlığından dolayı apartman sakinleri yavaş yavaş apartmandan tanışırlarken, Shideh ve kızı Dorsa’ya cinler musallat olur. Doğaüstü güçler karşında ana – kızın yoğun mücadele etmesi gerekecektir.
İran sinemasının minimalist tavrıyla dünya festivallerinde ne kadar ses getirdiğini biliyoruz. Üst üste iyi filmlerle İran sinemasını görünür kılmayı başarırken, her sene yeni filmlerle dikkat çekmeye devam ediyorlar. Genelde dramlarıyla ünlü olan İran, son dönemde tür sinemasına da hizmet etmeye başladı. A Girl Walks Home Alone At Night ve A Dragon Arrives! gibi iki şahsına münhasır filmin ardından, şimdi de “cin” konulu bir korku filminin varlığını hissettirmesi, İran’ın yeniliklere açık işlere de kucak açtığını gösteriyor.
Toplumsal eleştirileri filmin en büyük kozu…
Yönetmen Babak Anvari, yurt dışında yaşayan İranlı yönetmenlerden biri olarak, ilgi duyduğu türe karşı, kendi ülkesinden motifleri katarak bir film yaratmaya çalışmış. Müslümanlık söz konusu olduğunda akla gelen ilk doğa üstü yaratık cinlerdir. Ülkemizin son yıllarda tonla bu konuda film ürettiği ama nedense bir türlü layıkıyla tam olarak başarılı olamadığı düşünüldüğünde, İranlıların ne yapacağı merak unsuru olmuştu.
Nitekim yönetmen Anvari, doğru bir yerden giderek öncelikle filmin arka fonunu ayarlayarak, hikayesine İran – Irak savaşının korkutucu atmosferini dahil etmiş. Bununla yetinmeyerek İran’ın kadınlara karşı korkutucu yaklaşımını eklemiş. Tabii bir de cin meselesini de düşündüğümüzde, aslında bir korku filmi için fazla dolu bir içerikle seyircinin karşına çıkmış.
Filmin başarıya ulaşmasının en büyük etmeni belki de, filmdeki korku öğelerini kaldırdığımızda dram filmi olarak da filmin ilgi göreceği gerçeğini örnek verebiliriz. Savaş korkusunun, gelecek korkusuyla birleşmesiyle beraber empati kurulduğu takdirde günümüzün korkularından farksız gözüküyorlar. Filmin politik altyapısı, yönetmenin bir anlamda ülkenin gerçek sorunlarını irdelemek için popüler cin konusunu seçtiğini anlıyoruz. Böylece bir yandan insanların yaşadıkları çaresizlik yansıtılmış. Bir yandan da toplumsal eleştirilerin daha rahat yansıtabileceği bir durum oluşturulmuş.
Sessiz ve derinden gelen korku…
Filmin basit görsel efektleri, doğru zamanlamalar sayesinde izleyiciyi oturdukları koltuktan hoplatmayı başarıyor. Filmde kadınların giydiği tesettür bile bir korku öğesi olarak kullanarak, toplumlardaki tesettürlü kadın kimliğinin yarattığı korkuya gönderme yapılıyor. Böylece sessiz ve derinden ilerleyen korku filmlerinin her zaman daha etkili olduğunu bir kez daha anlamış oluyoruz. Belki de Türk korku filmlerinin temel sorunu da budur.
Sonuç olarak sosyolojik eleştirileriyle, iyi kurulmuş hikâyesiyle, arka fona yerleştirilen savaş atmosferiyle ana karakterlerini kapana kıstıran Under the Shadow, şu ana kadar çekilen cin konulu filmler arasında ilk sıradaki yerini alıyor. Filmin korku dozajını her anında arttırdığını düşünürsek, finalde aniden bu dozajın yok edilmesi filmin belki de en büyük sorunu olarak algılanabilir. Korku filmi severlerin kaçırmaması gereken bir yapım olarak denenmesi önerilir.