31.03.2017

Ghost in the Shell: Her Gerçek Bir Gün Ortaya Çıkar

Cyberpunk’ın Karanlık Yüzü Tekrar Göz Kırpıyor…

Türkiye’de Kabuktaki Hayalet adıyla vizyona girecek olan Ghost in the Shell, bilindiği üzere Matrix filmine de öncülük etmiş aynı isimli animeden uyarlandı. Anime dünyasında takdir gören ve devam filmleri de olan serinin ilk filminden uyarlanan yapım, ilk gösteriminden sonra karışık eleştiriler almıştı. Bir kesim animenin yanında filmin bir hiç olduğunu söylerken diğer tarafın da film beğenisini kazanmıştı. Bu izleyiciyi ikiye bölen yapım sonunda vizyondaki yerini alıyor. Peki film fragmanlardaki gibi aksiyon dışında başka noktaya odaklanmayan bir uyarlama mı oldu, yoksa beklentilerin üstüne mi çıktı?

Filmin konusunu kısaca özetleyelim. Binbaşı (Scarlett Johansson) bir olay sonrasında hayatta kalan tek parçası beyni olan bir kişidir. Beynini bir robotun içine yerleştirerek yeni bir tür yaratmak hedeflenmiştir. Binbaşı bu yeni türün en mükemmel örneği olacaktır. Onu büyük suçları engelleyen bir timin başına geçirirler. Ancak araştırılan bir suçun sonrasında bilim adamları öldürülmeye başlanır. Binbaşı bu olayı araştırırken daha önce bilmediği gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Referanslarını İyi Kullanıyor…

Cyberpunk bir evrenin ortasında bir film noir hikayesini hakkını vererek yapan yapım sayısı iki elin parmağını geçmez. Bu yüzden de bu tip bir filmi ortaya çıkaran kişileri takdir etmek gerekir. Animeyi baz almadan Ghost in the Shell filmini sadece kurmaca bir film olarak düşündüğümüzde, mizansenlerin yerindeliği ve aksiyon dozunun iyi ayarlanması sayesinde önümüzde iyi bir bilim kurgu filmiyle karşılaşıyoruz.

Blade Runner, Strange Days gibi filmlerin izinden giden yapımın, fragmanlarda gördüğünüzden kat kat iyi bir iş olarak kotarıldığını fark ediyoruz. Salt aksiyon olmaktansa animenin kara film atmosferinden beslenen yapısıyla her karesiyle tıkır tıkır işleyen bir hikayeye sahip olduğunu yadsıyamayız. Kimi izleyiciler filmin felsefesini direkt olarak yansıtmadığı gerekçesiyle filmi eleştireceklerdir. Ancak film bunu yapmayarak bir anlamda akıllılık ediyor. Çünkü animeye bağlı kaldığı kimi sahnelerde film hantallaşabiliyor. Bu durumu dengelemek için yoğun çapa sarf eden kurgu – hikaye uyumu, filmin zenginleşmesine neden olmuş. Ayrıca film referanslarını iyi kullanarak vermek istediği mesajı fazla süslemeden sade bir şekilde izleyicisine aktarabiliyor. Kafa karıştırıcı olmaktansa basit iyidir felsefesini benimsiyor.

Oyuncu Kadrosu Rollerinin Hakkını Veriyor

Filmin zengin oyuncu kadrosuna baktığımızda Scarlett Johansson’un bu film için son derece iyi bir tercih olduğu anlaşılıyor. Gerek aksiyon sahnelerindeki deneyimiyle filme güç kadarken bir yandan da Lost in Translation günlerini hatırlatan bir melankolik tarafı karakterini canlandırırken kullanıyor. Böylece karakterine derinlik kazandırmış oluyor.

Juliette Binoche ise filmdeki “anne” alt metninin yansıması olan Dr. Ouelet karakterini üstleniyor. Bir yandan bir bilim kadını olarak gelişim için feda edilmesi gerekenler üzerine ısrarcı olurken, bir yandan da ortaya çıkan mükemmelliği duygusal olarak algılayabiliyor. Böylece karakterini tek boyutlu olmaktan kurtarıyor.  Takeshi Kitano ise o özlediğimiz karizmasını film boyunca sergilerken rolünün hakkını sonuna kadar veriyor. Aaramaki rolü adeta onun için yazılmış gibi.

Filmdeki en sürpriz oyunculuk performansı ise animedeki yansımasına birebir benzeyen Pilou Asbaek’in canlandırdığı Batou karakteri diyebiliriz. Aktör rolüne fiziksel olarak sonuna kadar benzerken rolünün ete kemiğe bürünmesine olanak sağlıyor.

Yeni Nesiller İçin Film Noir Bilim Kurgu…

Yönetmen Rupert Sanders’ın bir anime uyarlaması yapmak üzere dersine iyi çalıştığını söylemekte fayda var. 90’ların fenomen işlerinden biri olan bir animeyi Hollywood’un yeni nesline göre ve layıkıyla uyarlamak hiç de kolay iş değil. Önceki filmiyle standartları düşük tutan yönetmen bu filmin varlığı ile profilini yükseltiyor.

Sonuç olarak Ghost in the Shell animeyi unuttuğunuzda son derece sağlam bir iş olarak bu yılın sürprizi oluyor. Eski animenin köklerini bu filme yerleştirirken kendi karakterini filmin geneline yaymayı başarıyor. Böylece bir taklit olmaktansa iyi bir anime uyarlaması olmayı başarıyor. Ben kitap, anime ve oyun uyarlamalarında fanatik bir şekilde birebir uyarlanmalarını doğru bulmuyorum. Çünkü zaten kendini kanıtlamış olan bu eserlerin sadık kitlelerce duygusal bağ kurulmasından dolayı, yeni üretimlere yüzde yüz olarak objektif bakacaklarını sanmıyorum. Bunun neticesinde de herkesi memnun etmenin olanaksız olduğu ortamda kendi yolunu çizen projeler anlamlı oluyorlar. Ghost in the Shell’in bu anlamda en büyük başarısı, uzun zamandır özlediğimiz kara film atmosferini bilim kurguyla harmanlanmasını başarıyla gerçekleştirmesi diyebiliriz.