19.11.2024

Gladiator 2 : Selefinin Büyüsünü Yakalayamayan Bir Hoş Seda

                                                              Yazı spoiler içermektedir.

Ben-Hur (1959) ve Spartacus (1960) gibi filmlerle geçtiğimiz yüzyılın ortalarında gelişerek altın çağını yaşayan bir tür olarak tarihi epik sinema, yine 20. yüzyılın sonlarına doğru ana akım sinemadan büyük ölçüde silinmişti. Yeni milenyuma girerken gösterime giren Gladiator, klasik destansı filmlerin ihtişamını çağdaş yapım teknikleriyle birleştirerek bu türü izleyiciler için yeniden canlandırmıştı. Filmde antik Roma’nın Kolezyum da dahil olmak üzere (gerçekçi setler ve CGI sayesinde) ayrıntılı bir şekilde yeniden yaratılması, izleyicilere hem nostaljik hem de yenilikçi ve sürükleyici bir deneyim sunmuştu.

Gladiator, Ridley Scott yönetiminde tarihi destanların ihtişamını duygusal hikâye anlatımı, teknik yenilik ve unutulmaz performanslarla birleştirdiği için modern bir klasik haline geldi. Öte yandan, tiranlık ile özgürlük arasındaki mücadeleyi inceleyen evrensel temalı hikâyelerin zamansız çekiciliğinin sağlamasını da yapmış oldu. Bu da onu hem aldığı eleştiriler açısından hem de ticari olarak bir zafer haline getirdi. Ayrıca ana karakter General Maximus’a hayat veren Russell Crowe’u uluslararası yıldız statüsüne taşımakla kalmadı, bir de Oscar ödülü kazandırdı.

Gladiator’ün başarısından sonra bir devam filmi gelir mi sorusu da kaçınılmaz olmuştu ve nihayet tam 24 yıl sonra Gladitor 2 karşımızda. Neyse ki yönetmen aynı, bazı oyuncular da aynı ancak senaryonun dahi aynı olması beklenemezdi! Filmin önemli eksikliklerinden den biri de bu. Yani taze bir bakış açısından ziyade daha çok tekrarlanmış gibi hissettiren tanıdık bir hikaye örgüsüne bağlı kalması. Gladiator II antik Roma’nın ihtişamına görsel olarak çarpıcı bir dönüş sunuyor fakat selefinin tematik derinliğini ve duygusal yankısını yakalamada yetersiz kalıyor. Övgüye değer bazı performanslara ve şaşalı ve biraz da “kitsch” e kaçan prodüksiyon tasarımına rağmen, filmin anlatısındaki sorunlar vermesi hedeflenen etkiyi engelliyor.

Karizma ve Duygusal Karmaşıklıktan Yoksun bir Kahraman

Kahraman Lucius (Paul Mescal), orijinal Gladiator filminin merkezinde yer alan kayıp, köleleştirme ve intikam eğrisinde seyreden arketipi tekrarlıyor. Mescal aslında oldukça yetenekli bir aktör ancak film boyunca yüzündeki “kaybolmuş” ifade ile Lucius karakteri Russell Crowe’un Maximus’unun ilk filme getirdiği karizma ve duygusal karmaşıklıktan yoksun. Bu, izleyicinin yolculuğuyla olan bağlantısını zayıflatıyor ve odağında olması gereken bir senaryodaki en az ilgi çekici figür haline getiriyor. Maximus’un oğlu olduğu ortaya çıkmasına rağmen! Halbuki ilk filmde bu durumu kesinleştirecek hiçbir diyalog veya olay yok, o yüzden senaryonun belkemiğini teşkil eden Lucius’ın gerçek babasının Maximus olması senaryonun belki de en zorlama yanı.

Filmin kötü adamları, ikiz imparatorlar Geta (Joseph Quinn) ve Caracalla (Fred Hechinger), aşırı abartılmış ve absürtlüğe varan bir teatralliğe yaslanmış. Politik alt metne uygun bir şekilde tasarlanmış olsalar da, tiplemeleri rollerinin ciddiyetini zayıflatıyor ve savurdukları tehditler ürkütücü bir tekinsizlikten çok mizahi bir çerçeveye indirgeniyor. Oysa ki Joaquin Phoenix’in yozlaşmış ve dengesiz imparator Commodus’u gayet ikna edici bir düşmandı. Commodus, güvensiz, zalim ve güç açlığı çeken biri olarak tasvir ediliyor ve Maximus ile sert bir ahlaki ve duygusal karşıtlık yaratıyordu. Maximus ve Commodus arasındaki, ihanet, kişisel rekabet ve ideolojik muhalefete dayanan dinamik, filme dramatik bir ağırlık kazandırmıştı. İşte bu ağırlık Gladiator II’de hissedilmiyor zira Lucius’un ne Generale duyduğu sözde nefreti, ne intikam hissi ne de Macrinus’un (Denzel Washington) bahsedip durduğu öfkesi seyirciye geçiyor.

Kutsal Dörtlü: Denzel, Pedro, Connie ve Derek

Gladiator II’nun en önemli sorunlarından birisinin senaryo olduğunu belirtmiştim. Senaryonun odak noktası son derece dengesiz ve son perde durgun geçen ilk yarıdan biraz daha ilgi çekici. Hatta bu perdedeki siyasi entrika ve Denzel Washington’ın Macrinus tasviri o kadar heyecan verici ki filmin geri kalanını ve tüm oyunculukları (buna Mescal da dahil) gölgede bırakıyor. Washington’ın performansı tartışmasız bir şekilde öne çıkıyor, ancak bu durum da başka yerlerdeki anlatı kusurlarını istemsizce vurguluyor. Pedro Pascal ise hayal kırıklığına uğratmıyor ve General Marcus Accacius rolünde karakterin git gellerini, çelişkilerini yansıtırken en az Denzel kadar vurucu bir oyunculuk sergiliyor.

Connie Nielsen (Lucilla) ve efsanevi Derek Jacobi (Senatör Gracchus) ilk filmden yadigar kalan iki isim ve ellerinden geleni de yapıyorlar. Gözler Djimon Hounsou‘yu da arıyor. Hounsou’nun canlandırdığı Juba karakteri Maximus’a inanılmaz derecede sadık ve sevgi dolu bir arkadaştı. Bu yüzden, onu Lucius için bir akıl hocası figürü olarak görmek ilginç olurdu ancak bu görevi Gladiator II’de Ravi karakteriyle (Alexander Karim) üstleniyor. Lakin bir nevi Juba’lık görevini üstlenen Ravi’nin Lucius’a canını tehlikeye atacak kadar sadakat göstermesinin nedeni havada kalıyor. Zihinlere takılan diğer pek çok sorunun cevabının olmaması gibi.

Bir Klasiğin Büyüsünü Yeniden Yakalama Mücadelesi

Görüntü yönetmeni John Mathieson ilk filmdeki pek çok can alıcı ana gönderme niteliğinde duran, ve hatta birebir alıntı olarak serpiştirilen sahnelerin yanı sıra bu filmde dozajı artırmış görünüyor. Aksiyon sahneleri, görkemli olsalar da, genellikle gösteriş uğruna tutarlılıktan ödün veriyorlar. Egzotik hayvanlar ve sular altında kalmış bir Kolezyum içeren savaşlar görsel olarak etkileyici fakat ciddi anlamda mantıksıza yakın, bu yüzden de yalnızca şaşırtıcı bir etkiye sahipler o kadar. Ayrıca, Hans Zimmer’ın ara ara nostaljik sahnelerde başvurulsa da ikonik müziğinin eksikliği, Harry Gregson-Williams‘ın bestesinin aynı duygusal ağırlığı uyandırmayı başaramaması nedeniyle keskin bir şekilde hissediliyor.

Genel olarak, Gladiator II teknik olarak tatmin edici ancak anlatısal olarak kusurlu bir devam filmi. Gösterişli sahneleri ve Washington’ın performansıyla seyirlik bir eğlence sunuyor ancak orijinal filmin mirasını daha zenginleştirecek bir derinlik ve tutarlılıktan yoksun bir pastiş olmaktan öteye gidemiyor. Tabi ki halen yeni Ridley Scott filmlerini izliyor olabilmek çoğu sinemasever için mutluluk ve heyecan kaynağı ancak Gladiator II maalesef bu heyecanı kursakta bırakıyor ve nihayetinde nostaljik çekiciliğin dışında varlığını haklı çıkarmakta zorlanıyor.

Maximus’un bu filmde de anılan en can alıcı sözü neydi? “Hayatta yaptıklarımız sonsuzlukta yankılanır”. Ancak Gladiator 2 selefi gibi yirmi dört yıl sonra bile hala yankılanacak bir film olma fırsatını kaçırıyor. Gerçi böyle bir derdi var gibi de görünmüyor.