28.08.2017

Heyecanla Beklediğimiz Filmler Filmekimi’nde

16. Filmekimi 29 Eylül-8 Ekim’de İstanbul’da, Ekim boyunca 6 şehirde

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16. kez düzenlenen sonbaharın müjdecisi, sinemaseverlerin ekim ayı gözdesi Filmekimi bu yıl da İstanbul’un yanı sıra Türkiye’nin farklı şehirlerindeki gösterimlerini sürdürüyor.  

Filmekimi, her yıl olduğu gibi, saygın festivallerde gösterilmiş, ödüller almış, eleştirmenlerin ve izleyicilerin ilgisini çekmiş ve merakla beklenen yeni yapımları içeren zengin programıyla Ekim ayının en çok konuşulan sinema etkinliği olacak. Filmekimi, 29 Eylül-8 Ekim tarihlerinde İstanbul’da, Ekim ayı boyunca da İstanbul dışında gösterimlerine devam edecek.  

Filmekimi programından seçmeler

Altın Palmiyeli The Square

Bir önceki filmi Force Majeure / Turist ile aile kurumunu eleştiren Ruben Östlund, Altın Palmiyeli yeni filmi The Square ile bu kez sanat dünyasını tiye alıyor. İsveç’in Oscar için aday adayı gösterdiği filmin yönetmeni Östlund’un “görselliği ve hikâyesiyle izleyiciyi kışkırtıp eğlendirecek zarif bir taşlama” olarak tanımladığı The Square, Cannes ana yarışma jüri başkanı Almodovar’a göre “siyaseten doğruluğun tahakkümünü” ele alıyor. Müzeler ve sergi alanlarının steril ortamını mekân alan The Square stilize görselliği, sivri yaklaşımı ve kavramsal sanatı ele alışıyla hem çok çarpıcı, hem de gerilimli. Ruben Östlund’un 2014’te yine Cannes’da Jüri Ödülü kazanan filmi Force Majeure de Türkiye prömiyerini Filmekimi’nde yapmıştı.

 

Safdie kardeşlerin son filmi Good Time

Robert Pattinson’ın müthiş performansıyla dikkat çeken Good Time, Cannes’da Altın Palmiye için yarıştı. Hastaneden lunaparka, bakımevinden tefeciye, New York’un en tuhaf mekânlarında geçen, birbirinden acayip karakterlerle dolu Good Time, kara mizahtan da beslenen, son derece hareketli, nefes nefese bir suç fırtınası. Josh ve Benny Safdie kardeşlerin yönettiği, Benny Safdie’nin Robert Pattinson’la birlikte rol aldığı Good Time, hapisteki kardeşini kurtarmak için her yolu deneyen bir adamın çabalarını bitmek bilmeyen bir gece boyunca izliyor. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan Good Time‘da son zamanların en sempatik anti-kahramanını canlandıran Robert Pattinson’ın şaşkınlık verici dönüşümünü mutlaka izlemek gerek.

“Artist”in yönetmeninin gözünden Jean-Luc Godard: Le Redoutable

Michel Hazanavicius’un yönettiği filmde Godard’ın gençliğini Louis Garrel canlandırıyor. Artist‘in yönetmeni Michel Hazanavicius’ın bu yıl Cannes’da ana yarışmada yer alan son filmi Le Redoutable, Filmekimi programında. Efsane yönetmen Jean-Luc Godard’ın eşi ve yıldızı Anne Wiazemsky ile beraberliğini anlatan renkli ve romantik dramın başrollerinde Stacy Martin ve Louis Garrel’le birlikte Artist filminin yıldızı Bérénice Béjo da rol alıyor. Stacy Martin, Bir Liderin Çocukluğu filmi ile 2015 İstanbul Film Festivali’ne konuk gelmişti.

1970’lerde Morrissey: England Is Mine

1970’lerde Manchester’daki ilk gençliğinden The Smiths’i kurduğu günlere Morrissey’in portresi, Mark Gill’in yönettiği England Is Mine‘da anlatılıyor. Duygu yüklü şarkı sözleriyle, benzersiz ses tonuyla, The Smiths ile başlayıp solo kariyeriyle İngiliz ve hatta dünya müziğini hâlâ etkilemeyi sürdüren idol müzik adamı Morrissey’i filmde Christopher Nolan’ın son filmi Dunkirk‘te de rol alan, yükselişteki genç oyuncu Jack Lowden canlandırıyor. Morrissey’in arkadaşı, feminist punk sanatçı Linder Sterling’i ise Downton Abbey dizisinde Lady Sybil rolündeki Jessica Brown Findlay canlandırıyor. Dünya prömiyerini temmuz ayında Edinburgh Film Festivali’nin kapanışında yapan England Is Mine, adını The Smiths şarkısı “Still Ill”den alıyor.

Filmekimi’nde “Mutlu Son”

Michael Haneke’nin Cannes’da yarışan son filmi Happy End, gitgide duyarsızlaşan toplumumuzu, burjuva bir aile ve sosyal medya üzerinden anlatıyor. Filmin başrollerini Haneke’nin fetiş oyuncularından Isabelle Huppert, Jean Louis Trintignant ve yönetmenliğiyle de tanıdığımız Mathieu Kassovitz paylaşıyor. The Guardian gazetesinin “saf psikopatlığın şeytani pembe dizisi” sözleriyle tanımladığı Happy End, Haneke’nin işlevsiz aile, intikam, suçluluk ve bastırılmış duygular gibi alışageldiğimiz temalarını ele alıyor.

Lynne Ramsey ve You Were Never Really Here

Lynne Ramsey’nin Kevin Hakkında Konuşmalıyız’dan 6 yıl sonra çektiği You Were Never Really Here, Jonathan Ames’in öyküsünden beyazperdeye uyarlandı. Müziklerini Radiohead gitaristi Jonny Greenwood’un yaptığı, özellikle usta yönetmenliği, klasik anlatımı reddeden yaratıcı kurgusu ve karanlık atmosferiyle dikkat çeken film, küçük bir kızı seks tacirlerinin elinden kurtarmaya çalışırken her türlü şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir tetikçiyi izliyor. Film, Cannes’da Lynne Ramsey’ye En İyi Senaryo ödülünü getirirken, Taxi Driver’daki Travis kadar unutulmaz bir anti-kahraman portresi çizen Joaquin Phoenix de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü hakkıyla aldı.

Cannes’ın Jüri Büyük Ödülü’nü eve götüren 120 BPM

Robin Campillo’nun senaryosunu yazdığı, yönettiği ve kurgusunu üstlendiği 120 Battements Par Minute / 120 BPM, Cannes’da dört ödül birden kazandı. Film, 1990’ların başında, AIDS’in hiç durmadan can aldığı umutsuz günlerde, toplumdaki umursamazlığa, tahammülsüzlüğe ve ayrımcılığa karşı eylemlerini yükselten Act Up Paris örgütünü ve eylemcilerini merkez altına alıyor. Cannes’da jüri başkanı Pedro Almodovar’ın gözyaşlarıyla en çok etkilendiği film olduğunu söylediği ve jüriden Büyük Ödül alan 120 BPM, bunun yanı sıra Kuir Palmiye, FIPRESCI ve “dünyamızın gerçeklerini en iyi yansıtan” filme verilen François Chalais Ödüllerini de kazandı. Filmin oyuncu kadrosunda Nahuel Pérez Biscayart, Arnaud Valois ve Adèle Haenel yer alıyor. Yönetmen Robin Campillo’nun önceki filmi Eastern Boys / Doğulu Çocuklar, 2014 İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti.

Yorgos Lanthimos’un yeni filmi The Killing of A Sacred Deer

Köpekdişi ve The Lobster ile aklımızı alan Yorgos Lanthimos, suçluluk, vicdan ve öç alma kavramlarını tavizsiz bir sertlikle ele aldığı son filmi The Killing of A Sacred Deer ile seyirciyi yine garip bir oyuna davet ediyor. Başrollerini Colin Farrell ile Nicole Kidman’ın olağanüstü bir performans göstererek paylaştığı film, Cannes’da En İyi Senaryo ödülünü aldı. Hem izleyenleri hem eleştirmenleri ikiye bölen bu cüretkâr film, Lanthimos’tan beklenenleri fazlasıyla karşılıyor.

Jüri Ödülü’nün sahibi Loveless

Cannes’da Jüri Ödülü kazanan Loveless boşanma arifesinde çocuklarını gözden çıkaran çiftin hikâyesini anlatıyor. Günümüz Rus sinemasının büyük ustası Andrey Zvyagintsev, şiddetle, kavgayla ve sevgisizlikle yoğrulmuş, hayalleri kırılınca ağlamayı bile unutmuş Rus toplumunun portresini çiziyor. Zvyagintsev’in önceki filmleri Dönüş, Sürgün, Elena ve Leviathan Filmekimi ve İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti.

Fatih Akın’ın yeni filmi In the Fade 

Cannes’da Diane Kruger’e En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandıran ve Almanya’nın bu yıl “Yabancı Dilde En İyi Film” kategorisinde Oscar aday adayı olarak gösterdiği In The Fade bir intikam ve vicdan hikâyesi. Filmin kahramanı, kocasını Hamburg’da terörist bir patlamada kaybeden, hakkını önce mahkemede, sonra da yollarda arayan Katja. 2011’de yabancı düşmanı neo Nazilerin işlediği cinayetlerden ve sonuçlanmayan soruşturma ve adli süreçlerden esinlenen Akın, filminin “evrensel yas tutma duygusu” hakkında olduğunu ve Katja karakterinin kendi alter-egosu olduğunu söylüyor.

Efsane heykeltıraşın hikâyesi Rodin

Efsane heykeltıraşın yapıtları, hayatı, aşkları… Modern heykel sanatının en tanınmış, usta ismi Rodin, “Düşünen Adam”, “Öpücük” gibi yapıtlarını ortaya çıkartırken hayatında neler oluyordu? Jacques Doillon’un yönettiği filmde Rodin’i İnsanın Değeri ile tanıdığımız Vincent Lindon, muhteşem bir performansla canlandırıyor; Camille Claudel’i ise Fransız rock yıldızı Izïa Higelin oynuyor.

Sofia Coppola’dan The Beguiled

Colin Farrell, Kirsten Dunst, Nicole Kidman ve Elle Fanning’in başrollerini paylaştığı bu film, Cannes’da Sofia Coppola’ya En İyi Yönetmen ödülünü kazandırdı. Amerika İç Savaşı sırasında bir yatılı kızlar okulunda geçen gerilim, 1971 tarihli Don Siegel’ın yönettiği, Clint Eastwood’un başrolünde yer aldığı filmin yeniden çevrimi. Colin Farrel ve Nicole Kidman, Filmekimi’nde gösterilecek The Killing of A Sacred Deer filminin de başrollerini üstleniyorlar.

Hong Sang-soo yine ilişkileri inceliyor: The Day After

Aşklar, aşk acıları, duygu patlamaları, yüzleşmeler, kadınlar ve onlara âşık zayıf erkekler… Neredeyse her filminde kadın-erkek ilişkisini farklı bir düzlemde inceleyen Koreli yönetmen Hong Sang-soo, siyah-beyaz çektiği filminde bu kez karısını genç bir kadınla aldatan ve içten içe bunun acısını yaşayan bir adamın başka bir genç kadınla tanışma hikâyesini anlatıyor.

Dostoyevski’ye bir gönderme A Gentle Creature

Dostoyevski’den esinlenerek büyük Rus filmleri geleneğini izleyen bir dram… Belgeselciliğiyle de nam yapan Ukraynalı usta yönetmen Sergey Loznitsa, müthiş bir sanat ve görüntü yönetimiyle, yozlaşmış, umudunu ve insanlığını yitirmiş bir doğu Avrupa ülkesinin kâbusunda dolanıyor. Adını Dostoyevski’nin “Uysal Kız” öyküsünden alan filmin başkahramanı, hapisteki kocasına yolladığı erzak paketi iade edilince teslimatı bizzat yapabilmek için yollara düşen ancak vardığı hapishanede de kocasının izini bulamayan bir kadın.

Doğaüstü güçlere sahip bir mülteci ile yoz bir doktorun hikâyesi: Jupiter’s Moon

Köpeklerin isyanını nefes kesici Beyaz Tanrı’da sinemaya aktaran Macar yönetmen Kornél Mundruczó, göçmen hikâyelerine yeni bir çerçeve kazandırıyor ve doğaüstü güçlere sahip bir mülteci ile yoz bir doktorun hikâyesini anlatıyor. Sürprizli hikâyesiyle Macar ve nihayetinde Avrupa toplumunu eleştiren film, çarpıcı görselliğiyle de öne çıkan çağdaş bir mesel.

Fransa’nın efsaneleri Jeannette – The Childhood of Joan of Arc

Günümüz Fransız sinemasının en büyük dehalarından Bruno Dumont, kendinden başka hiçbir yönetmenin eline yakışmayacak tuhaf mı tuhaf bir müzikalle geri dönüyor. Jeannette – The Childhood of Joan of Arc, Fransa tarihinin en önemli kahramanlarından Jeanne d’Arc’ın çocukluk ve gençlik dönemini müzikal formunda anlatıyor, üstelik rahibelerin “headbang” yaptığı, hiç alışık olmadığınız, muzip bir evrende geçiyor. Filmin müziklerini yapan, Fransız breakcore dehası Igorrr da Filmekimi işbirliğiyle 2 Ekim’de ilk defa İstanbul’da Salon’da sürpriz bir konser gerçekleştirecek.