27.05.2017
The Hundred-Foot Journey: Yolun Karşısı
Hundred Foot, yani yüz adım… Başka bir deyiş ile, 30 metre… Kısaca, ‘yolun karşısı’…
Kadam Ailesinin uzun yolculuğu, Hindistan’daki seçimler sonucu çıkan olaylar ile başlar. Ailenin, anne baba ve çocuklardan oluşan lokantası yok olup gittiğinde; baba Kadam; tası tarağı, çoluğu çocuğu yüklenip, İngiltere’ye göç eder. Gelgelelim, İngiltere’de meyve ve sebzelerin ‘tadı’ yoktur. Külüstür minibüslerine balık istifi doluşan aile; ‘ev’ diyebilecekleri bir yer bulmak için yola çıkarlar…
Fransa’nın Saint–Antonin-Noble-Val kasabası yakınlarında minibüsleri bozulunca, gördüğü manzaraya aşık olan baba Kassam, burada yerleşmeye karar verir. Gel gör ki; elegan ve üst sınıf küçük bir Fransız kasabasının, zaten kendisine ait sofistike bir mutfağı ve bu mutfağı en mükemmel şekilde temsil eden bir restoranı vardır -Le Saule Pleureur!
Sahibesini Madame Mollory’i her daim canımız Helen Mirren’in oynadığı Le Saule Pleureur, bir Michelin yıldızı sahibi, mükemmelliği kendisine düstur edinmiş bir Fransız restoranıdır. Bu noktada Michelin Yıldızı nedir biraz açıklayalım: Fransız lastik firması sahibi Andre Michelin, 1900 yılında arabası ile gezen kalbur üstü Fransızların ‘yeme–içme’ rehberi olacak rehber bir kitap yayınlamıştır. Bir Michelin yıldızı “kategorisinde çok iyi bir restoran”, iki Michelin yıldızı “tekrar ziyaret etmeye değer mükemmel bir mutfak”, üç Michelin yıldızı ise “özel bir seyahate değecek kadar olağanüstü bir mutfak” anlamına geliyor. Michelin yıldızlı restoranların sayısı dünyada 1500’ün üzerindeyken bunlardan çok azı üç yıldıza sahiptir.
Tüm hedefi, bir olan Michelin Yıldızı sayısını iki yapmak olan Madame Mallory’nin, zarif restoranının tam karşısında, yanar döner ve gürültülü mü gürültülü bir Hint lokantası açmaya kalkan ise; ailesine ‘yeni bir ev’ bulmayı kafasına koymuş olan baba Kassam’dan başkası değildir…
Yolun iki tarafında, birbirinden çok farklı iki dünyaya ait insanların birbirlerinden Hundred-Foot yani 100 adım ötedeki yaşamların asıl macerası ise; Kassam ailesinin küçük oğlu, Hassan Kadam’ın aslında doğuştan kendisinde bulunan üstün gastronomik yeteneklerini, Fransız mutfağına duyduğu ilgi sayesinde keşfetmesi ile başlar.
Yani başından beri buz gibi bir tavır ve üstten bakış ile desteklenmiş bir horgörü ile yaklaştığı ‘komşularının’ genç üyesi Hassan, belki de Madame Mollory’nin ikinci ‘Michelin Yıldızı’ alabilmesinin tek yoludur.
The Hundred-Foot Journey; masal gibi bir film… Bir Pazar günü, dünyanın tüm dertlerinden, hayatın tüm gailesinden kaçıp; içine sığınmalık nefis bir seyirlik. Konu, daha önce binlercesini izlediğimiz ‘yemek’ filmleri ile benzerlik gösterse de, aslında kendi orijinalliğine sahip. Oyunculukların hiçbirinin ‘mükemmellik’ düzeyinde olmadığı filmde, en üzüldüğüm konu Helen Mirren’in yüzündeki botoks oldu. Süper yapay bir görünüm ile, ‘ah nerede o güzel yüzün’ diye içimi geçirdiğim Mirren, yine de filmde gözümüzü performansından ayıramadığımız oyuncu oluyor. Kanadalı genç oyuncu Charlotte Le Bon’un duru güzelliği ile Audrey Tautou’yu andıran bir performans sergilediği yardımcı şef rolü ise film içindeki parçaları birbirine bağlayan unsur olarak ortaya çıkıyor.
The Hundred-Foot Journey, elbette ki bir Lasse Hallström filmi… Tam da ‘Chocolate’ gibi sımsıcak bir filmin yönetmeninden bekleyeceğimiz türden, aile tariflerinin, Hint baharatları ile harmanlanıp, üzerine genç bir aşk ve Fransız zerafeti serpilmiş hâli…
Lasse Hallström, her zamanki gibi, başlangıçta ‘bir taraf’ tutarak işe girişiyor. Hintli ailenin sevimli uyumsuzluğunun karşısına, Madame Mollary’nin buzdağı tavrının yerleştirerek, seyirciye ‘her kültürün bir büyüsü vardır. Önemli olan, hatta ‘doğru’ olan bunu görebilmektedir’ düşüncesini aşılıyor. Daha önce de ‘Salmon Fishing in Yemen’de, benzer bir yaklaşım sergilemiş olan yönetmen, bu sefer dünya kültürünün farklılıklarını aynı ‘tavada’ eritmeyi tercih ederek; genç Hassan Kassam karakterini adeta bir ‘uluslar arası barış elçisi’ olarak resmediyor. Film, uzun süresi içinde o kadar çok farklı yan hikâye ve mesaj veriyor ki, filmin bir ‘yemek’ filmi için barındırması gereken mutfak sahneleri sanki biraz eksik kalıyor.
Sonuç olarak Lasse Hallström’ü Oscar adaylığı kazandığı ‘The Cider House Rules’ ve ‘My Life As A Dog’ filmleri ile anımsayanları çok da tatmin etmeyecek; ‘Chocolate’ filmi ile anımsayanları hayal kırıklığına uğratmayacak, ‘Salmon Fishing in Yemen’ ve ‘The Shipping News’ gibi romantik filmleri ile anımsayanları ise mutlu edecek bir film ‘The Hundred-Foot Journey’….