24.08.2022
If…: Sisteme Saldırı
Derin Bir Sistem Eleştirisi
Tayfun ÇİDEM
İngiliz Sinemacı Lindsay Anderson’ın başyapıtı 1968 yapımı “If…” modern klasikler arasındaki yerini hak eden bir film. Kadrosunda Malcolm McDowell, Richard Warwick, Christine Noonan, Robert Swann gibi isimlere yer veriyor.
Filmle birlikte İngiliz eğitim sistemi üzerinden derin bir sistem eleştirisine giriş yapıyoruz. Mick (Malcolm McDowell), kimilerince anarşist kimilerince daha iyisi için kendini feda etmeye hazır öfkeli bir genç. İşin doğrusu kendini inşa etme sürecini es geçip bu anı; yani savaş meydanının tam ortasını izliyoruz. Bu da biraz hayal gücüne iş yüklüyor.
Kapalı İngiliz Toplumunda Cinsellik
Eğitim üzerinden yıkıma başlayan film pek çok farklı noktaya da değinerek en son, finalde nirvanasına ulaşıyor; tam ve despot bir sistem eleştirisi pozisyonuna geliyor. Bu değinilen farklı noktalardan biri şüphesiz cinsellik. Yatılı kalınan bu okulda sadece erkek öğrenciler var. Üst sınıfa gelip okulda asayişi sağlayan bir takım; eşcinsel eylemlerinde bastırılmış, başka, daha içsel duyguyla hareket ediyorlar. Bunu bariz şekilde gören seyircinin kafasında bir soru işareti hâlihazırda yer tutuyor ve devam ediyoruz.
Çarklar Yerli Yerinde
Disiplin her şey. İngiliz toplumunun sınıflı, katı sosyal ve siyasi yapısına bir ayna tutuyor Anderson. Bu bağlamda günümüzde dahi kendine pek çok paralellik bulabilecek bir yapı sayabiliriz bunu. Okulda her şeyin bir düzeni, saati, bir nevi hiyerarşisi söz konusu. Uymayan farklı yollarla cezasını çekiyor. Üstler, altları eziyor. İngiliz Lordlar Kamarası veya toprak sahibi zengin aristokrat kökenli ailelerinin bir alegorisi yapılmış gibi. Bunun yanı sıra okul müdürü ve diğer idareciler sanki her şeyden habersiz gibiler. Kraliyet gibi sessiz, gerektiğinde gereken formalitelerle ilgililer. Öğrencilerden beslenen bir süper ego gibi bu takım gelişmiş, sistemin nimetlerinden faydalanıp bu sistemin çarklarının yerli yerinde olduğundan emin oluyorlar.
İşin sadece okulla kalmadığı fakat her şeyin eğitimle sağlanacağı vurgusu hâkim. İyi bir İngiliz nasıl olunur? En güzeli de filmin insanları robotlaşmaktan ziyade sistemi olduğu gibi kabullenişini tasvir etmesidir. Zira işin aslı da bizce budur. Sistemin iyi bir hizmetkârı sadece uysal bir öğrenci değildir. Okul çağında çalışkan, disiplinli, uyumlu bir genç olmak yetmez. İyi bir asker olmalısınız. Bunun için okulda bir kışla dahi var. İyi bir dindar olmalısınız. Okulda bir kilise de var. Tüm bunların karşısında duran kişilere gelecek olursak; yani söylenen her şeyi yapmanın aptallık olduğunu idrak eden bir diğer gruba…
Hikâyenin Sonunu Hepimiz Biliyoruz
60’lar özgürlükçü kuşağının etkisinin her haliyle vücut bulduğu If… Bize şu sözlerle bir mesajı iletiyor. “Bazen doğru yere atılmış bir kurşun her şeyi değiştirebilir.” Radikal değişimi zor kullanarak elde edebileceğini düşünen bir kesim var elimizde. Bu lise çağındaki gençleri şiddetle çözüm aramaya zorlayacak olan bir sistemi tasavvur etmemizi istiyor Anderson; aslında belki de içinde yaşadığımız sistemi fark etmemizi. Buna bir başkaldırı söz konusu ise bu, zorla olur diyor film. Anarşizm kokulu bir hava esiyor gibi. İşin aslı daha derin bir felsefenin burada bulunduğu. Filmin sözünü anlamak için önce iyice dinlemek gerekiyor.
Müthiş çarpıcı bir finalle tüm resmi tamamlıyoruz. Değişimi göstermeden bitirilen bir film oluyor böylece. Hikâyenin sonunu hepimiz biliyoruz aslında. O sonu yaşıyoruz zira.