06.05.2016
SİNEFİL GÜNLÜĞÜ: Iluminacja (1973)
Zanussi’nin filmografisinin en önemli örneği olmasının yanında, Polonya Sineması’nın da en önemli filmlerinden kabul edilen Aydınlanma, psikolojik ve felsefi alt metniyle, izleyenleri “derin”den etkileyen, çok özel bir yapım.
Yönetmenin sonraki filmlerinde de karşımıza çıkacak olan (yine Sinefil Günlüğü köşesindeki bir başka Zanussi filmi, Arthur Schopenhauer’e bir saygı duruşu: ‘Hayat Cinsel Yolla Bulaşan Ölümcül Bir Hastalıktır’) felsefe tarihinin kilit dönemlerinden Helenistik Çağ’ın en önemli filozoflarından Aurelius Augustinus’un görüşleriyle açılır Aydınlanma. Augustinus’ta zaman ve zamanı insan beyninin kavrayışı öğretileri, filmin genelindeki sorulara kaynaklık eder. İnsan, gözleriyle gerçeği göremez, gerçeği görmek için beyne ve beyni doğru kullanabilmemiz için de aydınlanmaya ihtiyaç duyarız. Aydınlanma da yine bakış açımıza ve sonluluğumuza bağlıdır.
Üniversite seçmelerindeki mülakatta neden fiziği tercih ettiği sorusunu: “Kesin şeylerle uğraşmayı severim, fizik her zaman somut sonuçlar verir.” diye yanıtlar Franciszek Retman. Üniversitedeki arkadaşlarıyla fiziğin ve bilimin, kötü amaçlar uğruna kullanılması tartışmasında, Polonya’nın içinde bulunduğu ekonomik çöküntünün izleri hemen göze çarpar. Bir entelektüelin idealleriyle, yaşamını sürdürmek için gerekenler arasında kalışı, her devirde tartışılagelmiş bir konudur. Epikür’ün kendi gibi düşünen arkadaşlarıyla, materyalist bir yaşamı reddedip komün hayatı sürerek bilgeliğe ulaşması, günümüz insanının pek tercih etmediği bir yöntemdir elbette.
Franciszek’in hayatına kadınlar da girer tabii ki. Tanıdığımız ilk sevgilisi çekici, hareketli, kolay görünen ve hafifmeşrep bir kadındır. Şehvetin ön plana çıktığı bu ilişkide Franciszek, hiçbir ortak yönü olmadığı sevgilisiyle, iletişimde zorlanır. Hayatın anlamı üzerine anlattığı görüşlere, hangi burçtan olduğu sorusunu ve karşılığını alır, dünyanın oluşumuyla ilgili tezlerine karşılık da, kendini bir falcıda bulur ve kaderci sözler dinler. Franciszek’i entelektüel olarak aşağı çeken bu ilişki, beklenen şekilde kadının aldatışı ve Franciszek’in hayal kırıklığıyla son bulur. Ama bir sonraki sevgilisi, Franciszek’in ortak noktaları olan, daha uysal ve bir aile kurmaya daha yatkın bir kadın olacaktır.
“Tedavi bazen, hastalığın kendisinden daha fazla acı verir.” (Gigi, 1958) Vincente Minnelli’nin 9 dalda oskar ödüllü klasik müzikali Gigi’de geçen bu replik, filmimizde de hatırlanır, hem de fiziki bir dönüşüme uğramış olarak… Franciszek zamanla, karşısına çeşitli zihinsel ve fiziksel deformasyonlara sebep olan hastalıklar çıktıkça, ölümü ve ölüm şeklini de bir takıntı haline getirir. İnsanın kendisinin veya sevdiklerinin acı çekişi, fiziki ve manevi yıkım, tıbbi müdahale yöntemleri, teknik açıdan da sorgulanır. “Kişiyi, şu an olduğu insandan farklı birine dönüştürmek, iyileştirmek anlamına mı gelir?” Sorusunu yöneltir, sevdiği kadına elektroşok tedavisi uygulayan doktora…
Franciszek karakteriyle ve Aydınlanma’yla Zanussi, varoluşçuluğun temel sorularını merkezine alarak, hayatın anlamını ve yaşama istencinin reddinin mi yoksa tersinin mi doğru olduğunu sorgular. Şehvetinin peşinden gidip entelektüel değerlerinin kaybetmeye başlayan Franciszek, tam zıt karakterdeki bir kadınla olan ilişkisinde de, bu sefer iki işte birden çalışmak zorunda kalıp, sevdiği kadınla kitapları, projeleri ve yine yaşama tutunma sebebi olan değerleri arasında bir çatışma yaşar.
Tıpkı Max Planck, Werner Heisenberg ve Albert Einstein gibi önemli fizik üstadlarının en verimli dönemlerine benzer şekilde (filmde bu veri, teknik olarak da işlenir) Franciszek de 30’lu yaşlarının ortasındadır; ama hem bütün bu problemler, hem de ekonomik olarak çökmüş bir Polonya’da, başarılı olması ne kadar olasıdır?