16.04.2016

İstanbul Film Festivali Günlükleri – 8

istanbul film festivali

Bin Başlı Canavar

Meksika sinemasının bu iyi çekilmiş örneği, İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma’da Altın Lale ödülünü aldı. Sevdiğiniz bir insanın hayatı, bürokrasinin çarkları tarafından tehdit edildiğinde, kendi limitlerimizi ne kadar zorlayabildiğimizi anlatan filmin yönetmeni Rodrigo Pla. Pla, gayet gergin ve adeta “real time” ilerleyen bir film çekmiş. Filmde,  normal ile anormalin keskin geçişleri çarpıcı bir şekilde işleniyor.

 İnci Tulpar

Kıyıdakiler

Türk sinemasının yetenekli yönetmenlerinin yaptığı kısa filmlerden oluşan yapım, ne yazık ki anlık mutluluklar derdi bir toplu gösterim tadında kotarılmış. Her filmin 20 saniyelik vurucu bölümlerini filmden çıkardığımızda, elimizde 59 dakikalık bir hiç kalıyor. Bu süre içerisinde bulundukları noktada boş boş gezinip sonlarını bekleyen karakterleri gözlemliyoruz. Bir anlamda zamanı harcayıp, uzun metraj olmak için kendini zorlayan bir film söz konusu olmuş.

Haktan Kaan İÇEL

White People

Bence festivalin en iyilerinden biri olan White People, Stocholm Film Festivalinde de beğeni ile karşılanmıştı. “Illegal” denilen kişilerin, sınır dışı edilmek için tutuldukları bir gözlem evinde geçen başarılı bir psiko drama örneği. Daha iyi olabilme potansiyeli varken, ful kapasitesine erişemeyen film, yine de izleyiciyi meraklandırıyor, ilgisini canlı tutuyor. Keşke film bilim kurgu olarak tasarlansa imiş diye düşündüğüm senaryo, maalesef monoton bir son sunuyor. Yine de psikolojik derinliği ile tatmin eden bir film.

İnci Tulpar 

Rüzgarda Salınan Nilüfer

Seren Yüce, ulusal ve uluslararası büyük başarılara imza atan ilk filmi “Çoğunluk”tan sonra beklentilerin üst seviyede tutulmasına neden olmuştu. Nitekim yeni filmi de bu doğrultuda ilk filmi aratmayan bir performansla seyirciyi tatmin etmeyi başarıyor. İlk filmde zengin şuursuz bir gencin üzerinden toplum eleştirisi yapılırken, bu filmde hali vakti yerinde ama şuursuz bir ailenin üzerinden Türkiye değerlendirmesine girişiliyor. Seren Yüce’nin iki filminin de en güçlü yanı olan, gerçekçi tespitleri ve insanların kendilerini kandırma süreçleri akıcı bir şekilde seyirciye sunuluyor. Bu bağlamda 2016 yılı yerli yapımlarda üst sıralardaki yerini alan bir filmi görüyoruz.

Haktan Kaan İÇEL

Çoğunluk sonrası ikinci uzun metrajı merakla beklenenSeren Yüce, hikâye açısından pek tatmin etmeyen ancak sinemasal açıdan iyi bir filme imzasını atmış. Dramatik yapısı, görüntüleri, oyunculukları ile memnun eden bir performans sunan Rüzgârda Salınan Nilüfer, üst orta sınıfın çıkmazlarını anlatıyor. Günlük yaşam içinde pek dikkat etmediğimiz, dikkat ettiğimiz zaman da üzerinde pek durmadığımız ayrıntılar toplamı olarak bakabileceğimiz film, aynaya bakar hale getiriyor şehirli insanları. “Ne çok yalan söylüyoruz” gibi çok basit ama çok etkili birkaç replik, hem yalın hem de hayatımız gibi tekdüze bir anlayım sunuyor bize.

Seçil TOPRAK

Ezgiler Ezgisi

İki küçük çocuk üzerinden toplumsal sorunlar, geleneklerin sığlığı ve dini baskı konularına değinen basarili ev estetik bir film. Daha sonra yıllara dayanan bir aşk öyküsüne dönüşen film, her iki anlatıda da zorluklara değiniyor ve sert bir sekilde eleştirisini yapıyor. Yerel müziklerin secimi ve kullanımı da filmin gücünü artırıyor.

Onur KIRŞAVOĞLU

Gelecek Günler

Isabelle Huppert’in performansıyla ayakta duran yapım, felsefik tartışmaları ve yalnız bir kadın olmanın doğası adına kendince iyi tespitlerde bulunuyor. Ancak vasat sınırını çok fazla aşamadan, dengeyi bozan Fransız dramlarının arasına giremiyor. Bir anlamda mesleği ile aile arasında mekik dokuyan bir kadının, yalnızlık kavramının özgürlükle ilişkilendirmesi adına ilginç tespitlerde bulunabiliyor. Sonuç olarak izlediğinizde pişman olmayacağınız ama izlemediğinizde de bir şey kaybetmeyeceğiniz bir film ortaya çıkıyor.

Haktan Kaan İÇEL

Ben ve Kaminski

Elveda Lenin’in yönetmeninden, festivalin belki de en merakla beklenen filmi olan “Ben ve Kaminski” absürd sinemanın en sofistike örneklerinden ve görselliği muhteşem bir film. Biyografinin bu derece oyuncaklı sunulduğu bir film hem eğlendiriyor hem de seyir zevki sunuyor. Dehanın bedeli üzerinden sanat dünyasına alışıldık bir selam da veren film, yine de başlı başına özgünlük örneği. İzlenmeli

İnci Tulpar

Vahşi

Festivalin en etkileyici filmlerinden olan Vahşi, genç bir kadın üzerinden tabiat, şehir, sosyal hayat, hayvan, insan gibi birçok kavramı iç içe geçirerek alışılmışın dışında bir örgü sunuyor izleyiciye. Günlük hayatında kuramadığı ilişkileri ve bağı bir kurta kuran Ania’nın hikâyesi yer yer zorlayıcı görüntüler eşliğinde sunuluyor. Festivalde tam da keşfedilmesi gereken filmlerden biri Vahşi.

Seçil TOPRAK

Ejderha Uyanıyor

Son derece ilginç bir deneme olarak dikkatleri üzerine çekiyor. Film en başta Hollywood özentisi orta doğu soslu bir detektiflik filmi gibi başlıyor. Ancak aniden araya belgesel – kurmaca arasında giden bir yapıyı besleyici röportajlar koyuluyor. O anlarda sıkıcı bir monotonluğa hapsolmak üzere filmden kopmazsanız sizi çok garip bir filmin beklediğini söyleyebilirim. Çünkü film aniden mistik öğelerle süslü bir korku filmine dönüşüyor. Son derece gerilim dozajının yükseldiği filmde, müzik kullanımın abartılı hali insanı yorabiliyor. Sonuç olarak belki çok iyi bir film göremiyoruz ama farklı bir deneyimin kapıları izleyiciye açılıyor. Vizyonda pek göremeyeceğiniz tarzda bir filme seyrediyor.

Haktan Kaan İÇEL

Gizemli Ada

Yakın zamanda kaybettiğimiz kült filmlerin unutulmaz oyuncusu Christopher Lee anısına gösterilen Gizemli Ada, aynı zamanda Lee’nin en sevdiği filmlerinden biri olduğu biliniyor. Her oynadığı filmin kült olması gibi bana kalırsa büyük bir şansa sahip Lee’nin Gizemli Ada’da da canlandırdığı karakter oldukça etkileyici. Pagan inanışına sahip, doğayı, hayvanları ve cinselliği kutsayan sakinlerin yaşadığı küçük ve gözlerden uzak bir adanın lordu olan Lord Summeris, Lee’nin muhteşem oyunculuğuyla hayat buluyor. Gizemli Ada’nın özellikle çekildiği dönem açısından oldukça radikal ve cesur bir film olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Ayrıca Hristiyanlığı tamamen rafa kaldıran, modern toplumun ahlaki kurallarını hiçe sayan, dış dünyaya kendilerini kapamış insanların yaşadığı ada, bir nevi ilkel kabileleri akla getiriyor. Bu modern toplum safsatalarından sıkılmış insanların özellikle sağlam duruşunu filmin sonunda bile bozmayarak yüreklerine su serpen film, cinsellik içeren sahnelerindeki yalınlığıyla da göz dolduruyor. Son olarak Gizemli Ada’nın bir B film olduğunu, sinefil kafalara daha çok hitap ettiğini eklemeyi bir borç bilirim.

Tuba BÜDÜŞ

Güneş Şemsiyesi

Üç farklı hayatin ve üç farklı hüznün derinlerine inerken vasati asamayan bir anlatım ortaya koyuyor. Hikayelerin ve karakter oluşumlarının eksik kaldığı Parasol, final konusunda da sorunlu. Inarritu sinemasının kötü bir kopyası olarak görülebilecek olan film oluşumunu tamamlayamamış bir proje gibi.

Onur KIRŞAVOĞLU

Anadolu Masalları

Anadolu, nice medeniyetlere ve buna bağlı olarak da nice masallara ev sahipliği yapan kadim topraklar… Peki, asırlardır anlatıla duran dinlediğimiz, dinlemediğimiz birçok masal, masal anlatıcıları ve uzmanlar üzerinden anlaşılmaya çalışılırsa… Masallardaki devler, zümrüdüanka kuşu, periler vs neyi simgeliyor? Masalların yaratılma süreci nasıl gelişiyor? Ve daha birçok soruya cevap arayan Anadolu Masalları, oldukça değerli bir iş yapıyor. Özellikle çocukken masalsız uyuyamayan ve hala kimi zaman sizi korkutan kimi zaman hayretler içerisinde bırakan o büyülü dünyaların etkisinden çıkamayanlar için bulunmaz bir belgesel Anadolu Masalları.

Tuba BÜDÜŞ

Ötedekiler

Amerika’da dışlanmış ve sistemin kabul etmediği insanların hikayesini anlatıyor. Bunu yaparken döküdrama tarzını benimseyen yönetmen anarşizm ve yasalar üzerinden insanların söylemlerine de kulak veriyor. Biçimsel olarak belgesel kalıplarının biraz dışında olan bu döküdrama izleyici için zorlu bir deneyim.

Onur KIRŞAVOĞLU