03.10.2021
İstanbul Film Festivali Kino Seçkisi İzlenimleri – 1
İstanbul Film Festivali ve Goethe-Institut iş birliğiyle Alman Sineması’nın en güncel ve başarılı filmlerinin gösteriminin gerçekleştiği Kino 2021’de bu yıl 10 film seyircisiyle çevrim içinde buluştu. Bu yazımda sizlerle seçki kapsamında izlediğim ilk beş filme dair görüşlerimi paylaşacağım.
İşte o filmler:
Räuberhände
Seçkide yer alan ilk film, İlker Çatak imzalı Räuberhände. Finn-Ole Heinrich‘in aynı adlı çok satan gençlik romanından uyarlanan film, Almanya’dan İstanbul’a uzanan son derece kırılgan bir arkadaşlık hikâyesini farklı duygularla sarmaladığı bir yolculukla anlatıyor. Farklı sosyal çevrelerden gelmelerine karşılık arkadaşlık bağlarının sağlam bir düğümle örüldüğü Janik ve Samuel’in mükemmel bir uyum yakaladığı hikâyenin keskin çizgilerle ayrılan Almanya ve İstanbul ayağı da tüm cömertliğini sunarak karakterlerin röntgenini sunuyor. Hikâyenin İstanbul ayağını yer yer oryantalist ögelerle donatarak anlatmasına karşılık her şeye rağmen birbirlerinden ümidi kesmeyen bir dostluğun önüne geçmeyen olay örgüsü, İlker Çatak’ın yerinde dokunuşlarıyla da köklerini arama duygusunu en temiz şekilde veriyor. Yönetmenin bir önceki uzun metrajı Söz Senettir’in ödüllü oyuncusu Oğulcan Arman Uslu‘nun da başrolden rol çalan önemli bir yardımcı rolde sivrildiği film, yerinde verdiği duygusallığı ve arkadaşlık kavramını tekrardan sorgulatan oyunculuklarıyla dikkat çeken bir iş.
Filme notum: 6,5/10
Schachnovelle
Seçki kapsamındaki ikinci filmimiz bir edebiyat uyarlaması olan Schachnovelle. Stefan Zweig‘ın Nazilerden kaçtıktan sonra Brezilya’daki sürgün günlerinde kaleme aldığı Satranç kitabından uyarlanan film, en katı hâliyle yoksunluğun ve gittikçe soluklaşıp birbiri içine geçen duyguların dip noktalarına bir bakış imkanı veriyor. Oldukça temiz ve özenli bir uyarlamayı ekrana taşıyan filmin çift zamanlı ve mekanlı kurgusu, seyircinin zihnini ikiye bölmesine karşın sert duygusal atmosferini yumuşak geçişlerle bütünleştirerek ayakları yere sağlam basan bir iş sunuyor. Oliver Masucci‘nin farklı duygu geçişlerindeki başarısı ve karakterin duygusal fırtınalar yaşayan psikolojik durumunu dışa olabildiğince vurucu bir şekilde yansıtması, dış dünyayla hayal alemi arasındaki buğulu soyut gerçekliği de artan bir dozla zerk ediyor. Başarılı sanat yönetimi, hafızalardan kolay kolay silinmeyecek başrol performans ve gerçeküstü anlatının bulandırdığı hikâyesi, zihinleri film boyunca diri tutarak seyircinin de dahil olduğu bir satranç maçını ortaya koyuyor adeta.
Filme notum: 7,5/10
Courage
Seçkinin üçüncü filmi, Belaruslu yönetmen Aliaksei Paluyan’ın memleketindeki hükümet karşıtı barışçıl protestoları konu alan belgeseli Courage. Belarus halkının 1994 yılından bu yana özlemini duyduğu barış, ifade özgürlüğü, sanatsal özgürlük ve demokrasi arayışını Belarus Özgür Tiyatrosu’nun üyeleri üzerinden anlatan belgesel, cesareti bulaştırmak için haykırıyor. Potansiyeli son derece yüksek ve etki alanı çok yüksek bir konuyu yanlış kararlar neticesinde harcayan yönetmen, birleştirici gücü belgeselinde uygulamaktan uzak kalıyor.
Filme notum: 5/10
Niemand ist bei den Kälbern
Seçkinin dördüncü filmi, taşradan çıkış arayan bir karakterin hikâyesini anlatan Niemand ist bei den Kälbern. Alina Herbing‘in aynı adlı romanından uyarlanan ve şehirde yaşayıp köy hayatına özlem duyanların hayallerine soğuk duş etkisi yaratacak bir çarpıcı anlatım sunan film, taşraya sıkışmış yaşamları kadın bakış açısının filtresinden geçiriyor. Uçsuz bucaksız tarlalar ve rüya gibi bir çiftliğin dışarıdan güzel görünen yüzünü, iç sıkıntıları ve bunaltıcı atmosferin hakim olduğu bir bakış açısıyla tersyüz eden yönetmen, kadın karakterinin derdini ve çaresizlik karşısındaki çırpınışını oldukça başarılı yansıtıyor. Etrafında günden güne daralan çemberi aşma yolunda çeşitli çabaları olsa da içinde büyüdüğü taşranın gerçeklerinden zihnini kurtarmayı başaramayan karakterin içten içe kaynayan dünyası, sisteme karşı galip gelmenin mümkün olup olmadığını her dakikasında merak ettiriyor.
Filme notum: 6,5/10
Die Wachterin
Seçkinin beşinci filmi, yaşadığı zorlayıcı koşullar daha önce çeşitli gazete haberlerine de konu olan rahibe Dayrato’yu anlatan Die Wachterin. Süryani Ortodoks rahibe Dayrato’nun gündelik yaşamını samimi ve son derece yalın bir kamera diliyle ekrana yansıtan belgesel, yaşlılığın getirdiği yalnızlık, çaresizlik ve diğer pek çok duyguyu anlatımı boğmadan işliyor. Yer yer anlatım temposu düşmesine karşın Dayrato’nun en sadık dostu olan ve duruşuyla hüzne boğan Yumuş’un devreye girmesiyle mizahi yüzünü gösteren belgesel, terk edilmiş ve harap hâldeki kilise ile yaşlılığın gerçek bir metaforu oluyor. Dayrato’nun hayatta kalma mücadelesini, endişelerini ve baş ettiği zorluklara karşı cesur ve korkusuz karakterini kameranın ustalığıyla çizen belgesel, verilen bir sözün ve dini hassasiyetlere olan bağlılığın manevi yönünü çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.
Filme notum: 6/10