02.03.2017

İstanbul Kırmızısı: Elitist Tavrın Kendini Bilmezliği

 

Geçmişin Hayaletleri Sis Bulutunun Ardından Bakıyor

Türkiye ve İtalya arasında yoğun bağlar kurmamıza vesile olan Ferzan Özpetek, uzun süredir İtalya’da icra ettiği sinema hayatına Türk sermayesinin de katkısıyla Türkiye’de tamamen Türk oyuncularla çektiği bir filmle devam ediyor. Özellikle kadrosunun zenginliğinden dolayı ilgi çeken yapım, bakalım diğer Özpetek filmlerinin yanında nasıl bir duruş sergiliyor?

İlk tahlilde Tuba Büyüküstün, Halit Ergenç, Nejat İşler, Mehmet Günsür, Serra Yılmaz, Zerrin Tekindor, Reha Özcan gibi isimlerle filmin merak uyandırıyor. Filmin de bir roman uyarlaması olması ve İstanbul’u mesken edinmesi  ilgi çekici unsurlarının başında geliyor.

Orhan (Halit Ergenç) eski dostu Deniz’in (Nejat İşler) kitabının editörlüğünü yapmak üzere İngiltere’den İstanbul’a gelir. Burada hem Deniz ile vakit geçirecek, hem de kitapta gerçek hayattan esinlenerek yazılan karakterlerle tanışma şansı bulacaktır. Orhan kitaptaki karakterlerden güzel Neval (Tuba Büyüküstün) ile tanıştığı an ona vurulur. Ancak geçmişteki yaşadığı acılar bunu dizginlemesini sağlar. Deniz’in ortadan kaybolması sonucunda da, kitap ile bağlantılı olan olaylar eşiğinde Orhan geçmişle hesaplaşmak zorunda kalacaktır. İstanbul onu ya boğacak, ya da içinde kuruyan denizin tekrardan akmasını sağlayacaktır. Tıpkı İstanbul’un o eşsiz boğazı gibi…

Özpetek Sineması Kendini Tekrar Ediyor

Ferzan Özpetek sinemasının neredeyse her öğesini kullanan İstanbul Kırmızısı, melankolik atmosferin baskın olduğu ve gizemli gibi duran ama aslında sadece söylenemeyen kelimelerin açığa çıkamadığından kaynaklı olarak girdaba sürüklenen insanların hikâyesine odaklanıyor. Üst sınıf insanların mutsuz hayatlarında elitist tavırlarından ödün vermeden birbirlerinden kibarca nefret etme oyunu oynadıkları bir evde sis bulutlarından arda kalanları film boyunca bulmaya çalışıyoruz.

Hayat buhranın içinde kayıplarda ve geçmişin zemin tabanına bıraktığı lekelerle uğraşıyor. Orhan ise kaybettiğini düşündüğü yazarlığını yeniden keşfederken başkalarının hayatının içinde nefes aldığını hissediyor. Güzel bir kadının varlığı, Özpetek sinemasına yansıyan tekrarlardan sadece biri gibi olsa da, aslında filmin tümünde, diğer filmleriyle bağlantı kurmak çok zor değil.

Filmin sorunlarının en başında Türkiye’de çekilmesine rağmen karakterlerin sanki başka ülkeye ait gibi görünmeleri ve bu yüzden de oyuncuların performanslarına yansıyan yapaylık duygusu filmin kanayan yarası oluyor. Halit Ergenç dışında neredeyse tüm oyuncuların yüzünden okunan “ben bu gördüğünüz kişi değilim” betimlemesi, filmin inandırıcılık düzeyini düşürüyor. Yaşlı teyzelerinin dahi İtalyan tipi abartılı oyunculuklara benzeyen tavırları, bir anlamda Ferzan Özpetek’in sinema anlamında ülkesine tam olarak dönmediğini gösteriyor.

Türkiye sermayesiyle çektiğini filmini adeta İtalya pazarına hazırlıyor gibi. Örneğin Serra Yılmaz’ın robota benzeyen oyunculuğu ve karikatürize olan kimi roller, Türk diline tam olarak oturmamasına neden oluyor. Aforizmadan hallice kimi diyaloglar ise şaşırtıcılıktan uzak ve sığ bir metnin varlığını göze batırıyor. Kitap belli ki bire bir uyarlama olarak çevrilmemiş ve genel hatlarıyla filme dahil edilmiş. Ancak ne yazık ki görsel olarak oturan “casting”, oyunculuk anlamında başarısız bir işin ortaya çıkmasına neden olmuş.

Başarılı Görüntü Yönetimi Filmin En Güçlü Yanı…

İtalyan Görüntü yönetmeninin başarısı ve İstanbul’un doyumsuz güzellikteki görüntüleri filmi kurtarmaya yetmiyor. Tahmin edilebilir hamleler filmi özgün kılmazken kimi sırlar deşifre olmak yerine kelimelerin, bakışların arkasına saklanıyorlar. Hikâyeye farklı bir bakış açısı katılarak zenginleştirilebilirmiş ancak bunun yerine bilindik bir geçmişin hayaletleriyle yüzleşme filmine dönüşmüş.

İstanbul’un Kırmızısı Halit Ergenç dışındaki oyunculukların tökezlemesi ve ilgi çekicilikten uzak hikayesiyle maalesef sadece Özpetek’in kendisinin başarısız bir çabası olarak filmografisinde yerini alıyor. Her filmde biraz daha geriye gitmeye başlayan Özpetek sineması belli ki yeniliklere ihtiyaç duyuyor. Kimbilir belki de iyi bir senaristle çalışması kariyerine daha nitelikle filmlerle devam etmesine olanak tanır. Ancak İstanbul Kırmızısı, bu görsel olarak gösterişli hali ve zengin kadrosuyla paketi güzel boş kutulara benziyor. Kutunun içine bakana kadar da, görüntü yönetimi, mekan seçimleri ve yönetmeninin ve oyuncularının isimleri ile sadece göz boyayabiliyor.