02.06.2017

Karakter Mutfağı: Driver

Sessiz ve Tekinsiz bir Anti-Kahraman

Sinema tarihinin isimsiz kahramanlarından biri olan Driver yani Türkçe adıyla Sürücü veya Şoför. Velhasıl nasıl adlandırırsanız adlandırın, gerçek adını bilmemizi önemsiz kılacak kadar efsane bir karakter Driver. Ryan Gosling’in 2011 yapımı Drive filminde can ve kan verdiği bu karakter aynı zamanda sinema tarihinin bütün sessiz, tekinsiz, mert, maço ama altın kalpli suçlularına da son derece başarılı bir nostaljik gönderme.

Hollywood’un asi çocuğu Steve McQueen’den bir zamanların Clint Eastwood’unun da alameti farikası olan ölümcül ama anlamlı sessizlikleriyle akıllara kazınan bu anti-kahramanlar Driver’ın da olası ilham kaynakları.

Driver aslında tam bir Film Noir yani Kara Film karakteri. Zira filmin kendisi de öyle. Bu minvalde bir Neo-Noir olarak da adlandırılabilir. Senaryosu geleneksel “intikam-aşk-vicdan ve son bir soygun” ekseninde seyreden ve özellikle 80li yılların B tipi filmlerine yakışan bir açılışla başlayan film bu atmosferini sonuna kadar koruyor. Hollywood’daki polis suçlu kovalamacılarının en lezizlerine sahiplik eden Los Angeles gecelerinin neon ışıklarla bezeli tekinsiz ve geniş caddeleri Drive’a da kollarını açıyor.

Kendi çapında bir “kült”

İlk sahneden itibaren Driver’ın direksiyonu sıkıca kavrayan kahverengi deri eldivenleri ve amansız manevra kabiliyeti ile tanışıyoruz. Ağzından Red Kit misali eksik etmediği kürdan, ki buradan yola çıkarak eski bir sigara içici olduğunu tahmin edebiliriz, ve sırtı akrep desenli beyaz montu onu tanımlayan diğer aksesuarlar. Bunlar dışında film boyunca Driver hakkında öğrendiklerimiz gayet romantik bir tarafı olduğu, yani aşık olabildiği, aşkı için her şeyi göze alabildiği, yeri geldiğinde acımasız bir katile dönüştüğü, bir şeyleri tamir etmeyi sevdiği, harika bir yarışçı olduğu ve hiçbir şeyden gocunmadığı yönünde. Bütün bu verilerin ötesinde geçmişine dair hiçbir şeyi yakalayamadığımız ve karanlıkta bırakıldığımız için Driver’ın neden böyle olduğuna dair sorularımız da cevapsız kalıyor haliyle.

Aslında bu soruların cevapları da mühim değil çünkü Driver mekanlarından kostümlerine kadar son derece stilize ve sürükleyici bir film. Gosling’in karakterinin tüm derinsizliğine, geçmişini bilmememize ve şiddet eğilimine rağmen iyiliğinden şüphe duymadığımız ise bir gerçek. Bunu mümkün kılan unsurlardan biri de Carey Mulligan’ın canlandırdığı Irene karakterine duyduğu aşk. Geleneksel “noir” ların aksine “femme fatale” lik hiçbir yanı bulunmayan Irene son derece naif ve utangaç. Bu aşka hizmet eden sadece Driver’ın Irene’e olan içli bakışları değil ya da onun sessizliğinin sesi olan hafif yamuk gülümsemesi de değil. Filmin özenle seçilmiş müzikleri de hem Irene’li sahnelerde hem de filmin en heyecanlı yerlerinde senaryoya hizmet ediyorlar.

Sonuç olarak Drive kendi çapında şimdiden kült statüsüne geçmiş durumda denebilir. Filmin sarıp sarmalayan retro havasına tutulan, yönetmen Nicolas Winding Refn’in kamerasının uzun sekanslarını hipnotize edici bulan ve günümüzün anti-kahramanı Driver’ın çekimine kapılan sinefillerin sayısı azımsanamayacak kadar fazla. Velhasıl, nedenini ve nasılını sorgulamadan sadece bir görev ve gönül adamı olarak kurgulanmış bu pek “cool” karakterin keyfini sürmekten başka bir şans kalmıyor seyirciye. Memnuniyetle kabulümüz.