15.02.2017

Karakter Mutfağı: Frank Gallagher

Dizinin en renkli ve en derinlikli karakteri

2011 yılından itibaren Amerikan kanalı Showtime’da yayınlanan Shameless dizisinin, yakında sekizinci sezonuyla karşımızda arz-ı endam edeceği kesinleşti. Yoluna da daha uzunca bir süre devam edeceği muhtemel olan dizinin ne de olsa İngiliz versiyonu tam on bir sezon sürmüştü. Ülkemizde de yakın zamanda uyarlaması yapılacak olan dizinin bu kadar çok sevilmesinin tartışmasız en büyük sebebi, en renkli ve en derinlikli karakter olan Frank Gallagher’dir.

Birçok ödülün sahibi olan dizinin, bunların çoğunu Frank karakterine hayat veren William H. Macy adına aldığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum. İlk olarak Coen kardeşlerin başyapıtlarından Fargo’daki rolüyle tanıştığım H. Macy, dizi izlemek ile çok da arası olmayan benim, Shameless’ı sorgusuz sualsiz izlemeye başlamamın sebebidir. Şu an kendine çizdiği kariyerin çok daha fazlasını hak ettiğini düşündüğüm H. Macy’in oyunculuğunu, yeteneğini ne kadar övsem az kalır. Bu nedenle lafı daha fazla uzatmayıp onunla hayat bulan gelmiş geçmiş en muhteşem karakterlerden biri olan Frank’e geçmek isterim.

Basit yaftalamalardan çok daha fazlasını hak edecek bir kişi Frank

Altı çocuk babası olan Frank’ın, çocuklarına hiçbir şekilde iyi bir baba olmadığı tartışma götürmez bir gerçek elbette. Çalışıp ailesi için para kazanan, çocuklarıyla ilgilenip, onların eğitimine, geleceğine odaklanan bir baba değil Frank. Aksine çocuklarının bırak güvenli ve sıcak bir aile ortamında büyümelerini sağlamayı onların rutin bakımlarını bile yapmamış, tüm yükü evin en büyük çocuğu Fiona’ya bırakmış bir adam o. Çocuklarını her türlü suça, kötü alışkanlığa teşvik eden ve bundan da asla utanç duymayan biri. Tembel, alkolik, uyuşturucu kullanan, küfürbaz, hırsız, ahlaksız, utanmaz herifin teki diye tarif edilebilecek lakin aslında bu kadar basit yaftalamalardan çok daha iyisini hak edecek bir kişilik karşımızdaki.

Frank, modern toplumun sabah akşam mesaili çalışma koşullarını kölelik, birçok ahlak kuralını ise riyakârlık olarak gören bir anarşist aslında. Bakmayın siz onun tembel gözüktüğüne. İstese taşı sıkıp suyunu çıkaracak biridir. Daha doğrusu bilek gücünü pek bilemem ama zekâ olarak çok az kişi onunla boy ölçüşebilir. Zira Frank, tam anlamıyla bir dâhidir. Zaten oğlu Lip’in de aynı şekilde çok zeki olmasının tek sebebi Frank’in genleridir.

Paraya ve mülkiyete asla önem vermeyen biri.

İşte bu üstün zekâsını, kurnazlığa çalıştırdığında çoğu kez neleri başarabildiğini görmek hiç şaşırtıcı olmaz. Kimi zaman tek bir kuruş ödemeden oğlunu özel okula kaydettirebilmiş kimi zaman da kısa sürede çok büyük meblağlar kazanabilmiştir. Lakin paraya, mülkiyete aslında hiç de değer vermeyen biri olduğu için kazanması ile kaybetmesi arasında çok da fazla zaman geçmez. Bir gün önce süper konforlu bir hayat yaşarken diğer gün evsizlerle yol kenarında uyanabilen, bu durumdan da asla rahatsızlık duymayan bir adamdır.  Zaten o değil midir konuşunca en büyük solcudan daha etkili laflar eden? Oturdukları kenar mahallenin son dönem seçkinci orta sınıf beyaz yakalılar tarafından dönüştürülmesine nasıl da karşı çıkar. Mahallenin tamamen ele geçirilmemesi için nasıl da savaş verir. İnsanları örgütlemeye, orta sınıfın duyulan ayak seslerini kesmek için canla başla çalışır.

Şimdi elbette diziyi izlemeyenler, neden o zaman zekâsının ekmeğini yiyip de iyi bir yerlere gelmedi diye soracaklar. Dedik ya öncelikle yoğun, insanın iliğini sömüren çalışma hayatına, makam, mevki gibi sahte koltuklara ve her türlü mülkiyete pirim vermeyen bir asidir çünkü.  Ama en önemlisi ise üniversite okurken âşık olduğu kadındır sebep.  Monica, o zamanlar parlak bir üniversite öğrencisi olan Frank’in karşısına çıkarak, hem kendine âşık eder hem de tüm hayat çizgisini değiştirir. Zaten zekâsıyla dünyayı çok daha farklı algılayan Frank, tam bir hippi hayatı yaşayan Monica’ya takılarak her şeyi bırakıp onun peşinden gider. Üstelik Monica tarafından defalarca terk edilip, yüz üstü bırakılacaktır. Lakin hiçbir şey Frank’in çocuklarının hepsinin büyük bir aşkın meyveleri olduğu gerçeğini değiştiremez. Ian’ın kardeşinden, Liam’ın da hiç tanımadığı bir siyahi adamdan olduğu gerçeği Frank’i çok da bağlamaz ayrıca.

Matruşka gibi her sezon büyüyen bir adam.

Başta da dediğim gibi dizinin en renkli ama daha da önemlisi en derinlikli karakteri olan Frank, tıpkı bir matruşka gibi her sezonda daha da büyüyor. Onunla ne kadar çok birlikte olursak daha da çok tanıyor ve kaçınılmaz şekilde, her şeye rağmen çok ama çok seviyoruz. Belki ilk bölümler lanet bir adam olarak tanıdığımız Frank’in zeki, mücadeleci, düşünen, sorgulayan, kendi seçimlerinin arkasında duran, âşık, isyankâr ve ve daha nice şey olduğunu anlıyoruz. Anladıkça da daha da çok seviyoruz.

Lakin dizi, hiçbir zaman tam anlamıyla da bir özdeşleştirme yaptırmayarak arada bir ona ağız dolusu küfür etmemize, kısa süreli de olsa sinir olmamıza ya da nefret etmemize de sebep olabiliyor. Bu da alınan keyfi kat be kat arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Hani çok sevdiğin bir insanla önce kavga edip sonra da boynuna sarılıp pişman olmak gibi bir şey Frank’i sevmek. Ne tam suçlamak ne de tamamıyla kabul etmek mümkün. Araf’ta yaşanılan bir aşk Frank’e olan tutku aslında. Ne de olsa çocuğunu dilendiren, uyuşturucu satmaya teşvik eden, sevgilisinin henüz reşit olmayan kızı ile seks yapan, kızının düğününü mahveden ve daha nice, buraya yazmakla bitmeyecek meziyetleri olan adamı nasıl tam olarak aklayabiliriz? Üstelik Frank’in de öyle bir derdi yokken.

Şuraya Frank Gallagher’in tabiri caizse Tanrı’ya isyan ettiği ya da ona haddini bildirdiği sahneyi koyuyorum. İşte Frank Gallagher tam da böyle biri.