11.08.2016
Karakter Mutfağı: Leonardo
“Düşünsene Plüton gibi bir gezegen olduğunu”
Dünyanın pek çok noktasında vardır: Bize yardım etmek için öbek öbek konuşlanmış yardım hatları. Sayıları ya da aritmetiği ne olursa olsun hepsinin ortak mottosu bellidir. Onları aramak ve kafamıza ne takılıyorsa onu sormak. Hattın diğer tarafında hazır olda bekleyen müşteri temsilcisi ise buna çözüm bulmaya çalışır, daha doğrusu bulmak zorundadır. Bu hatlardan belki de dünyada en yaygın olanlardan biri olan 211 nolu hat, görme engelli Leonardo’nun sınıfıdır şimdilik.
“Pardon, 211 nolu sınıf burası mı?” sorusuyla içeri giren sınıfın yeni çocuğu Gabriel ise öykünün en başında Leonardo’nun ve sınıf arkadaşlarının hayatına giriverir. Tam da o sıralarda Leonardo’nun arkasındaki sıraya kimse oturmak istemez. Zira sınıfta onun kabartmalı daktilosundan çıkan seslere kimsenin tahammülü yoktur. Oturan o şanslı çocuk pek bilindiği üzere Gabriel olur. Leonardo’yı tanıma sürecinde oldukça naif hamlelerle ondan silgi ister, ona sinemaya film izlemeye gitmeyi ya da ay tutulmasını izleme fikrini önerir. Gabriel, çok tatlısın ancak Leonardo için bunlar oldukça imkansız; tatlı, ancak pek bir şey ifade etmeyen şeyler deriz ansızın. Filmin en güçlü noktalarından ilki işte tam da ağzımızdan çıkan bu yargıların her hamlede buruşturulup çöpe atılmasıyla servis edilir: Görmemek bir şeylere engel değil. Leonardo, Gabriel’e silgiyi bir şekilde verir; Gabriel’in sesli betimlemesiyle birlikte film izlerler; ayın birkaç saniye kadar süren tutulmasını ise yine beraber deneyimlerler.
Leonardo ailenin tek çocuğu. Ve tahmin edildiği üzere üzerinde fazlaca bir titizlikle duruluyor. Başına bir şey gelmesi endişesi ailenin en tedirgin olduğu noktalardan biri. Leonardo’nun isteği olan bir yurt dışı eğitimi var. Ancak bu koruyucu-kollayıcı çekirdek aile içinde bu talep “bu senin için çok tehlike” konuşma balonlarını da beraberinde getirir. Nitekim Leonardo’nun hayatına Gabriel’in girmesiyle birlikte yurt dışı eğitim programı da unutulur, gidilir. Karakterin bu isteğinin özünde eğitimden ziyade bir keşfetme arzusu üzerine şekillendiğini ise doğrudan onun ağzından duyduğumuz uzaklaşma arzusunda görürüz. Onun uzaklaştığı tek nokta ise kendiyle baş başa kaldığı anlarda olur. Saydam, bilinmez rüyalar görür; duşta görmediği ancak hissettiğine mutabık olduğumuz ayna üzerinden bedeniyle iletişime geçer. Zira karaktere koşulsuz, şartsız keşfe en açık hizmeti sunan bu anlamda yine kendi bedenidir.
Özellikle çocukluk döneminin getirdiği kıskançlık, bilinmez arzular ve kontrol edilmez eylemler arzu erkeği Gabriel’in gelmesiyle daha bir alevlenir. Erişkinlere göre çocukların kendi aralarında -belki de bir oyun esnasında- yeniden inşasını daha rahat yaptıkları birlikte olma hali, iki yakın arkadaş Leonardo ve Giovana’yı ilk etapta karşı karşıya getirir. Arkadaşını yeni biriyle paylaşmama üzerinden kurulan kıskançlık, zaman içinde iki tarafı yormadan, yine el ele yürünen okul yoluna doğru evrilir. İlk kıvılcımın ortaya düştüğü ödev gruplaşması ise bu ayrışmada ilk ve en büyük konumda karşımıza çıkmakta. Oğlanların Sparta, kadınların Atina üzerine yapacağı araştırma ödevi, bir yanda oldukça açık ilişkilerin yaşandığı, geçişlerin daha muhtemel olduğu deniz devleti Atina ile ona göre daha kapalı bir yaşantısı olan, toplumsal geçişin ise mümkün olmadığı kara devleti Sparta arasındaki uçurumu sunar. Karakterlerin ama özellikle Leonardo’nun içinde durduğu grubun yine yönetmen anlatısı içinde hiç mi hiç dramatize edilmeden sunulduğu bu örneklem, teste lüzum olmayan keskin bir kavşağın resmi gibi. Leonardo’nun keşfinden öte Gabriel’in onu keşfetmesi ise filmin ikinci, en büyük çatışması. Karakterin sınırlı sularda seyreden egemenlik hali, bu durumu inşa etme sürecini doğrudan Gabriel’in eline tutuşturuyor. Bir perdenin arkasından varolma hali içinde seyreden iki çocuğun ilişkisi, bu anlamda tanıma ve keşfetme duygusunu bir anlamda tek boyutlu bir bedene sokuyor.
Yönetmen Daniel Riberio’nun 2014 yapımı filmi son dönemde ağlama duvarına dönen yeni kuir sinema içinde umut tohumlarını bir yerlere serpiştiriyor. Acının ve kederin içselleştirilerek sunulduğu öykülerdense kendini büyük bir farkla sıyırmayı başarıyor. São Paulo’da geçen öyküde toplumsal belleğin karakterler üzerindeki yıkıcı etkisi nispeten rafa kaldırılmış vaziyette. Varolan temel çatışma sürekli üretilen konumda olan gelenekselleşmiş ilkelerin, bireyler üzerinde yarattığı olası kafa karışıklığı üzerinden veriliyor. Ana karakterin görme engelli oluşu çemberin dışında yeni bir çember çizmekten ziyade aynı çemberin içindeki farklı varyasyonlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda filmin filmsel öyküsü kabul edilebilir çatışmalar eşliğinde, yağmurun hızla üzerimizi ıslatmadığı kuru bir sığınak sunuyor: Burada dinlenebilirsiniz, yağmur dinene kadar!