24.08.2022
Karakter Mutfağı: Sailor
Yusuf YETİŞ
“Ama ben ona geri dönemem, onu yalnız bırakmalıyım çünkü benim vahşi bir kalbim (Wild at Heart) var.”
David Lynch‘in 1990 yılında piyasaya sürülen Wild at Heart filminin en “cool” karakteriyle karşınızdayız. Sigara, alkol, dans ve tabii ki de Rock’n Roll’un Kralı, Elvis. Tüm bunları yan yana yazdığımda benim aklıma ilk olarak, Tony Scott imzalı, senaryosu Tarantino’nun elinden çıkan True Romance geliyor. Bunu ise ikinci sıraya yazıyorum. Bu özellikleri yan yana yazdığımda, karakter soracak olursanız ise eğer, bu sefer aklıma Wild at Heart’ın Sailor’u (Bahriyeli) ilk olarak gelir. Yol filmlerinin en romantik karakteri. Şaka yapmıyorum. Yönetmen kısmında David Lynch yazsa dahi, inanılmaz derecede romantik bir karakter bu. Romantizmi nasıl tanımladığınızı bağlı olarak değişebilir tabii ki cevabınız ama karaktere hayat veren Nicolas Cage onu, “güneyli, kanundışı bir romantik” olarak tanımlıyor ve de ekliyor, “neredeyse dizginlenemeyen romantik karakterlere karşı her zaman bir tutkum vardı. Sailor, oynadığım tüm karakterler içerisinde bu yöne en çok sahip olanıydı.”
Sevdiği kadın olan Lula (Laura Dern) ile birlikte, Lula’nın annesi olan Marietta’nın (Diane Ladd) onları ayırma çabalarına karşı koymak için yola koyulur Sailor. Ne kadar basit bir hikaye gibi duruyor öyle değil mi? Klişelerle dolu. Kötü adamlar devreye girer ve olaylar karışır şeklinde devam ediyor deyip, işi iyice basit bir konu olduğu gerçeğine yaslayalım. Basit bir yol filmi gibi dursa da filmin işlenişi o kadar güzel ki, sahne geçişlerini demiyorum bile.
Sailor deyince karakteriyle ilgili aklıma gelen iki replik var. Hangisini başa bırakacağım konusunda arada kaldım açıkçası. Birini üste birini sona yerleştirerek kullanma kararı aldım. Son için daha yolumuz var ama sondaki repliğin niçin önemli olduğunu şimdiden anlatmaya başlayalım. Anti-hero türünün örneklerinden biri olan Sailor, kötü yola bulaşmış ve eninde sonunda, ne kadar uğraşsa da, yeniden kötü yola düşecek olan biri. Mafya şoförlüğünden gelen bir adamın dönüp dolaşıp bir başka suça karışması çok olağan. Özgür ruhlu fakat sevdiği kadın için her şeyi göze alabilecek bir karakter portresi çiziyor.
“Sanırım sigara içmeye başladığımda dört yaşındaydım. Annem akciğer kanserinden dolayı çoktan ölmüştü.”
Aşk filmlerinde bizi en çok üzen olay ayrılık olmaz, ayrılığın en acıklı türü olan “onun için ondan vazgeçme” olur. Sailor, altı yılını hapiste geçirdikten sonra dışarı çıkar. Bir oğlu olmuştur ve Lula’ya karşı olan altı yıllık bir özlemi vardır. Yüz yüze gelirler, Lula ağlamaya başlayınca Sailor durumu anlar. Mevzunun yeniden kötüleşebileceği ihtimali üzerinde duruyordur ikisi de. Sailor hiç yapmak istemeyeceği bir şey yapar ve Lula’nın kendisinin yokluğunda iyi idare ettiğini göz önüne alarak onu terk eder. Bu denli de büyük bir âşıktır kendisi. Lula’nın hamile olduğunu öğrendiği sahnede, her şey kötüye giderken bir de bu üstüne gelince, film boyunca sigarasını düşürmeyen Sailor, bu sefer iki tane birden yakar. Yılan derisi ceketi, Elvis hayranlığının üstüne, nasıl “cool” olunur üzerine adeta ders verir o sahnede.
Nicolas Cage‘in şarkı da söyleyebildiğini bilmeyen benim gibiler için bir de sürpriz barındırıyor film. Gelmiş geçmiş en güzel Elvis Presley cover’larından birine imza atıyor Cage. Lula’nın arabasının üzerine çıkıp “Love me Tender” şarkısını seslendirdiği sahne hayretler içerisinde bırakıyor. Sailor’un en çok sevdiği ve sadece sevdiğim kadına söylerim dediği şarkıyı söylemesini film boyunca bekliyorsunuz ve finalde bir anda karşınıza çıkıyor. Hem de artık beklemediğiniz bir anda. Barry Gifford’un, aynı isimli romanından uyarlanan filmin, Sailor karakteri için Lynch’in romanı okur okumaz aklına gelen ilk ismin Cage olması ve rolü doğrudan teklif etmesi mevzusuna için de “iyi ki yapmış” demekten de kendimizi alamıyoruz. Sailor’u en iyi tanımlayan ikinci repliği de bırakalım şuraya.