31.05.2017

Love is Strange: Yaş Yetmiş İş Bitmemiş

Forty Shades Of Blue ve Keep The Lights On filmleriyle çeşitli ödüller alan yönetmen Ira Sachs’ın son filmi Love is Strange etkileyici bir minimalist sinema örneği. Amerikan bağımsızlarından olan yönetmen !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’ne son filmiyle konuk oluyor.

Bugüne kadarki eşcinsel filmlerinde ya karakterlerin kendilerini keşfetme ya da birbiriyle karşılaşma, tanışma ve âşık olma süreçlerinin konu alan hikâyeler izlemişizdir. Hatta karakterler genellikle genç, çiçeği burnunda ve eşcinselliği tam olarak içselleştirememiş kişiler olur. Love is Strange ise bu alışılagelmiş durumu yerle bir ediyor. Bu söylenen süreçleri çoktan atlatmış bir çift olan Ben ile George, izleyici olarak hiçbir fikrimizin olmadığı otuz dokuz yıllık beraberliklerini evlilikle taçlandırmaya karar veriyor. Birçok aşk filminde evlilik mutlu son olurken bu kez sorunların başlangıcı oluyor. Sorunların başlangıcı derken yanlış anlaşılmasın; Ben ile George arasındaki ilişkiden kaynaklanan sorunlar değil bunlar, aksine yaşanılan zorluklar Ben ile George arasındaki bağı güçlendirmeye yarıyor.

Birlikteliklerini evlenerek devam ettiren karakterlerimizin karşısına hesaba katmadıkları gerçekler çıkıyor. Her ne kadar yaşadıkları bölge eşcinsel evliliğin yasal olduğu bir yer olsa da bu yeterli gelmiyor. Katolik okulunda öğretmenlik yapan George, eşcinsel olduğu bilindiği halde okulda öğretmenliğine devam ederken bu durumu resmiyete dökünce işinden oluyor. Maddi sıkıntılar evlerini satmalarına, uygun kiralık bir ev bulana kadar akrabalarında ya da dostlarında kalmalarına kadar devam eden bir krize yol açıyor. En acısı ise bu süreçte ayrı kalmak zorunda olmaları…

Bu ayrılık sürecinde tabii ki gün içerisinde birbirlerini görmeye çalışıyorlar ama onlar kırk yıl aynı yastığa baş koymuş, kim bilir belki de tek bir gecelerini ayrı geçirmemişler. Ayrıca yaş olarak da akrabalarından ve dostlarından büyükler. Yaşayışları, alışkanlıkları, tarzları çok farklı. Bu yaştan sonra kendi yarattıkları habitattan ayrılmaları çok zor.

Özellikle George bulunduğu ortamda tam bir yabancılaşma yaşıyor. Evde tıpkı bir hayalet gibi dolaşıyor. Evde verilen çılgın partiler ya da arkadaş toplantılarında bir dekordan farksız oluyor. Ben’in işi ise çok daha zor. Kendisinden küçük iki farklı nesil ile başa çıkmaya çalışıyor. Bu iki nesil de bir süre sonra Ben’den rahatsız oluyor ve hareketleri hatta bazen sözleri ile bunu belli ediyorlar. Torunu Joey, Ben’i anlayamadığı gibi pervasızca hırpalayanlardan biri oluyor. Neyse ki Ben, oldukça olgun bir kişi de bütün bu olumsuz davranışları büyük bir sükûnetle karşılıyor.

Gerçek hayatta da, filmlerde de genelde insanlar yaşlanınca dünya nimetlerinden elini eteğini çekerler. “Bu yaştan sonra ne isterim ki!” diye başlayan cümleler kurarlar. Ama son yıllarda çekilen ve çok da başarılı olan bazı filmler bu genel geçer mantık ile resmen oyun oynuyor. Muhteşem Güzellik filmindeki Jep ya da Gloria filmindeki Gloria ilerleyen yaşlarına rağmen partilerden, gece kulüplerinden vazgeçmeyen, seksi de gönüllerince yaşayan karakterler. İşte bu cesur, hayata umutla bakan karakterlerin arasına Ben ile George da katılıyor. Çünkü onlar son günlerine kadar hayata büyük bir umut ile bakıyor, aşklarını, mutluluklarını, üzüntülerini de diledikleri gibi açık ve samimi yaşıyorlar. Yeri gelir kimseden çekinmeden birbirlerine özlemle sarılıp hüngür hüngür ağlarıyorlar, yeri gelir o kocaman bedenlerini küçücük bir ranza yatağa sığdırıyorlar. Uzun lafın kısası kocaman bedenlerinde kocaman yürekler taşıyan Ben ile George, umudu sürekli diri tutmamız gerektiğini bize gösteriyorlar.