31.05.2017

The Man In The Orange Jacket: İşçiler Çıldırmış Olmalı

Aik Karapetian’ın Turuncu Ceketli Adam filmi Cinnet’ten Deccal’e, oradan Yüksek Tansiyon’a, sinema tarihinin bazı klasiklerinden besleniyor. Karapetian büyük ustalardan esinlenerek psikolojik-gerilim türünde farklı bir denemeye imza atıyor.

İşten çıkarılan tersane işçilerinin tersaneden yürüyerek ayrıldıkları sahneyle başlıyor film. Bir sonraki sahnede ise tersane patronuyla karısı olduğunu tahmin ettiğimiz kişileri lüks bir restoranda yemek yerken görüyoruz. Bir tarafta açlığa mahkûm edilmiş işçiler, diğer tarafta yemeğe doymuş zenginler. Filmin asıl meselesi ilk iki sahnede özetleniyor böylece.

Sakin bir şekilde başlayan filmin tansiyonu, patronun yaşadığı malikaneye girince yükselir. İşçi sınıfı çıldırır ve en kanlı şekilde intikamını almaya başlar. Bunu yaparken de iş kıyafeti ve aletleri kullanır. Böylece intikamın sadece tek bir işçinin değil tüm işçi sınıfının olduğu anlaşılır.

İşçi sınıfı burjuvaziyi yıkar ve tüm mallarını kamulaştırır. Ya da filmdeki minör şekliyle söylersek; patron öldürülür ve evine, eşyalarına hatta adına el konur. Karakterimiz tüm bunları gayet net ve seri bir şekilde gerçekleştirir. Asla eli titremez, tereddüde düşmez. En önemlisi, işini yarım bırakmaz. Patronun kaçmaya çalışan karısı da turuncu ceketli adamın gazabından kurtulamaz. Karakterimiz büyük bir hızla kurbanlarının evini ve hatta sınıflarını da sahiplenir. Şık kıyafetler giyer, sürekli şarap içer, güne kahve ve puro içerek başlar, klasik müzik dinler, kusacak kadar abartılı bir şekilde yer, asla doymayacakmış gibi hisseder. Kısacası kraldan çok kralcı olmuştur. Turuncu ceketinden de kurtulan adam, yaptığı devrimi bir adım öteye götüremez.

Lüks ve bolluk içinde yaşayan karakterimiz bu sefayı çok da süremez. Tıpkı kendisine benzeyen biri hayatına musallat olur. Bazen rüyasında onu öldürmeye çalışır, kimi zamansa kanlı canlı onun karşısına çıkar. Bir süre sonra karakterimizin gerçekleri ve rüyaları da birbirine karışıp ayırt edilemez hal alır. Nevrozları gün geçtikçe artar ve baş edilemez bir duruma dönüşür. İlginç olansa, bu süreçte patronun karısına yaşattıklarının benzerini yaşamaya başlamasıdır. Suçlu olarak görmediği ama kurban olan kadın için vicdan azabı çeker karakterimiz. Bu nedenle de sürekli nevrozlarında onun kaderini yaşar.

Film zaten nerede rüyanın nerede gerçeğin başladığının kestirilememesiyle gerilim yaratırken, bol kanlı şiddet sahneleriyle seyirciyi zorluyor. Bir defa karakterimizin dışarı çıkması haricinde tek mekânda geçen film, gerilim atmosferine sıkışmışlık hissini de ekliyor. Loş ışık ve karanlık ortamlarla kasvet duygusunu hissettiriyor. Bazen de karakterimizin sırf zaman öldürmek için izlediği doğum videosu, yaşananların ironisini işaret ediyor.

Kim gerçek kim hayal? Aradan ne kadar zaman geçti? Yoksa bunların hepsi bir rüya mıydı?” sorularının hepsinin cevapsız kalacağı bir film Turuncu Ceketli Adam. Film bittiğinde, her şeyi ters köşe yapıyor ve aynı zamanda yapılan tespitlerin hepsini yerle bir ediyor. Litvanyalı yönetmen Karapetian çok başarılı bir filme imza atamamış belki ama en azından denemiş.