30.04.2016
FİLMEKİMİ: Me and Earl and The Dying Girl
Hikâyenin ana karakterlerinden birinin ölümcül bir hastalığa sahip olması ya da hasta olma sürecine tanık olmamız, son dönemde daha da artmakla birlikte filmlerde bolca karşımıza çıkan bir formül. Konusu itibariyle (doğal olarak) melodram dozunun fazla kaçtığı ve seyircinin daha izlemeden filmin seyri hakkında önyargı oluşturmasına neden olan bu tür filmlerde ilgi çekme yükü de yönetmenin diline, senaryodaki özgün kısımlara ve küçük ters köşelere kalıyor. 2015 Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü alan, aynı adlı romandan uyarlama Me and Earl and The Dying Girl, seyircide bu ilgiyi oluşturmayı başarıyor.
Me and Earl and The Dying Girl, tipik bir coming-of-age (karakter ya da karakterlerin olgunlaşma evresinin anlatıldığı tür) filmi. Adına bakınca üç ana karakter üzerinden ilerliyormuş gibi görünen film aslında yalnızca bir karaktere odaklanıyor. 17 yaşındaki, lise son sınıfta, üniversiteye hazırlanan Greg’in gözünden hatta sesinden görüyoruz film boyunca hikâyeyi. Kendini pek sevmeyen ve bunu yaşının gerektiğinden büyük davranarak kapamaya çalışan Greg, okuldaki belli gruplarla da ne yakın ne uzak bir mesafede durarak kendine soyut bir kabuk oluşturuyor. Tek hobisi çocukluktan beri yakın arkadaş olduğu Earl’le klasik filmlerin parodisini çekmek olan Greg’in hayatı annesinin ısrarları sonucu kanser teşhisi konan Rachel’la arkadaş olmaya çalışmasıyla değişir.
Son dönemdeki benzer yapıdaki filmlerden zekice yazılmış senaryosu, mekân ve renk seçimleriyle ayrılan Me and Earl and The Dying Girl, izleyiciye farklı bir lezzet sunmayı başarıyor. Hikâyenin aktarılış biçimi ve bölümlere ayrılması, mekân – renk – müzik uyumuyla yer yer Wes Anderson havası taşıyor. Yönetmen Alfonso Gomez-Rejon oldukça etkisinde kalmış gibi. Tüm bu artılarına rağmen filmi daha iyi olmaktan alıkoyan eksik tarafları da mevcut. Öncelikle film boyunca hareketli çekim kullanan yönetmen Gomez-Rejon izleyicinin filme girmesini zorlaştırıyor. Duygu yoğunluğu yüksek sahnelerde yakın çekim kullanmaması da sahnelerin etkisini azaltıyor. Konunun yalnızca Greg temelinde anlatılması ve Earl – Rachel ikilisinin karakter derinliğinin sağlanmaması hikâyede boşluklar oluşturuyor. Tabii bu yönetmenden ziyade romanın yazarı, aynı zamanda filmin senaryosunu da yazan Jesse Andrews’un seçimi. Ayrıca filmin içine serpiştirilen klasik yapımların parodileştirilme sekanslarına (ki filmin en etkili taraflarından) daha fazla yer verilse daha etkileyici olurdu gibi. Me and Earl and The Dying Girl’ün en büyük hatası ise filmin sonunda kendiyle çelişmesiyle gerçekleşiyor. Baştan sona “aslında öyle değil” diye aktarılan hikâye sonunda beklendiği gibi çıkıp twist yapmaya çalışıyor ama eline yüzüne bulaştırıyor.
Me and Earl and The Dying Girl, Birkaç yönünün değiştirilmesiyle döneminin ötesinde bir coming-of-age film olabilecekken bitince yüzde buruk bir tebessüm bırakıyor sadece. Yine de duygu sömürüsüne başvurmadan da dram yapılabileceğinin başarılı bir örneği.