23.05.2016

FİLMEKİMİ: Mistress America

Son olarak Frances Ha (2012) ile dikkatleri çeken Noah Baumbach-Greta Gerwig ikilisi, Mistress America yapımıyla yeniden bir arada. Yönetmenliği Noah Baumbach’ın üstlendiği filmde; Greta Gerwig, Lola Kirke ile başrolü paylaşıyor. Senaryo ise Frances Ha’da olduğu gibi ikiliye ait.

Frances Ha ile bize bir New York hikayesi anlatan ikili, Mistress America’yı da New York’ta yolları kesişen iki kadın karakter üzerine inşa ediyor. Tracy (Lola Kirke), New York’a üniversite eğitimi için yeni gelen bir kadın. Filmin açılış sahnesi ile birlikte arka arkaya geçen planlardan da gördüğümüz kadarıyla yalnız ve bulunduğu yere adapte olmakta sorun yaşayan bir karakter olarak göze çarpıyor, Tracy. Annesiyle yaptığı telefon konuşmasında, annesinin evlenme sürecinde olduğu kişinin kızı Brooke’un (Greta Gerwig) New York’ta yaşadığını öğreniyor. Bu durum üzerine Tracy’nin Brooke’u araması ve ikilinin buluşmasıyla hikaye dinamizm kazanıyor. Brooke ile geçirdikleri ilk günden etkilenen Tracy, hem filmin adının geldiği makaleyi kaleme alıyor hem de ona daha da yakın olmak istiyor. Film, ikilinin hayatla ve birbirleri ile ilgili ne düşündükleri üzerine oturuyor ve zaman zaman da karakterlerin iç dünyalarına odaklanarak, kişisel olarak hayatla kurdukları bağları da yansıtıyor. Aralarında on yaş fark olan iki kadın arasındaki farklılıklar ve benzerlikler, aile kavramı ve karmaşık hayatın içinde varolma mücadelesi üzerine bir şeyler söylüyor, film.

Filmin en büyük başarısı ya da ağırlıkla üzerinde durulan kısmı senaryosu. İnce espiriler barındırması, seyirciyi güldürecek hamleleri yerinde kurması filmin en büyük artılarından. Doğalında gelişen diyaloglar aracılığıyla da oyuncu performanslarında zaman zaman samimi ve içten bir hava yakalamayı başarıyor, Mistress America ; ancak bu durumun Frances Ha’ya oranla bu filmde biraz daha zayıf kaldığını söylemeliyim. Noah Baumbach ise, kimi çok karakterli sahnelerde, özellikle oyuncu yönetiminde ve sahne planlaması konusunda oldukça başarılı. Tempoyu düşüren ritim problemi ise, Mistress America’nın en büyük handikapı. Kişileri anlatırken hızlı geçişlerle bunu sağlama tercihi, klişe durumların bazen doğmasına ve filmin kendi yarattığı derinliğe zarar vermesine neden olurken; seyircinin kurduğu bağı zayıflatıyor.

Son zamanlarda artan görece “düşük bütçeli” ya da “bağımsız” olarak kodlanan ve genellikle New York gibi büyük şehirlerde geçen filmlerin son örneklerinden Mistress America. İster istemez filmi, Frances Ha ile karşılaştırdığımı ve ondan daha zayıf bulduğumu belirtmeliyim. Mistress America, bazı klişelerden kopamayarak derin bir hikaye yaratamıyor ve yeni bir şey dile getirmiyor; ancak keyifli sahnleri içinde barındırdığını ve güldürüp, eğlendirdiğini de söylemekte yarar var. Küçük bir son not olarak da Lola Kirke ile Greta Gerwig’i bir arada görme heyecanının ise bambaşka olduğunu eklemeliyim.