23.04.2018
My Generation: Seks, Uyuşturucu, Devrim
Michael Caine rehberliğinde İngiltere
Hem bir oyuncu özelinde sinema hem de bir dönem belgeseli olan My Generation, 37. İstanbul Film Festivali kapsamında seyirci ile buluştu. Michael Caine‘in anlatıcılığını üstlendiği belgesel, Caine özelinde İngiltere ve sonrasında Hollywood sineması ile ilgili detaylar içeriyor elbette. Caine’in sinemaya nasıl başladığı, soy adının nasıl “Caine” olduğu, oynadığı filmlerden kesitler, bunlara dair anılar derken çok keyifli bir sinema belgeseli ile karşılaşıyoruz aslında. Ancak My Generation sadece Caine ile sınırlı bir belgesel değil.
“1960’lar İngiltere’sindeyiz…” desek, hemen aklımıza gelecek şeyler var değil mi? İşçi sınıfının popüler kültürü şekillendirmeye başlaması; artık modayı, müziği, sinemayı, her türlü eğlenceyi belirliyor ve sürdürüyor olması gibi… The Kinks, The Beatles, The Rolling Stones‘un şarkılarıyla müzikte adeta devrim yaratan hareketler; Paul McCartney, Marianne Faithfull, Twiggy gibi isimlerin varlığıyla döneme ayna tutan arşiv görüntüleri… Bütün bunlar My Generation‘ı seksin, uyuşturucunun ve en önemlisi de devrimin belgesi haline getiriyor. Pek tabii yeni nesle her daim karşı olan eski kuşakla çatışmaların da eksik olmadığını belirtmek gerek.
Yeni bir dünya hayali
Tam anlamıyla enerjik bir belgesel diyebileceğimiz My Generation; arşiv belgeleri, söyleşi kayıtları, görsel yapısındaki geçişkenlik ve hızlı kurgusu ile baş döndürüyor. Aslında “neye ne kadar odaklanacağız, odaklanabiliriz?” sorusuyla da baş başa bırakıyor izleyiciyi ama 1960’lar tam da böyle değil miydi? Hızlı yaşam, değişen trendler, yeni bir dünya hayali… Gençlerin öne çıktığı dolayısıyla da enerjinin patlak verdiği yıllar…
My Generation ile modadan sinemaya, müzikten eğlence dünyasına koşarken elbette politikadan geri durmuyoruz. 1960’lara dair bu eğlenceli portre aslında altı çizilecek politik söylemlere de sahip. En azından o dönemin ruhunu yansıtan umuda…
Hippilerin “Savaşma, seviş” sloganı, Dr. Martin Luther King’in “Bir hayalim var” diye başlayan ünlü konuşmaları ve siyahîlerin kendini var etme çabaları, İngiltere’nin Liverpool şehrinden yola çıkan ve tüm dünyayı “sallayan” The Beatles, Elvis Presley’nin “şeytan icadı” denilen rock n roll müziği, Amerika’nın 1963’te dahil olduğu ve tüm 60’lar süresince siyasi gündemin en önemli konularından biri olan Vietnam Savaşı, aya çıkan insan ve elbette mini etek furyası… Tüm bunlar hem var olan gündem hem de bu gündeme bir başkaldırı değil miydi? Bu başkaldırının altında yatan yeni dünya hayali her şeye rağmen umut taşımıyor muydu?
Gençlik arasında patlak veren uyuşturucu kullanımının artışı, yaratacılığın doruklarında gezen gerek modacı gerekse müzisyenlerin “gençliğe örnek” teşkil etmeleri de devlet tarafından es geçilmeyecekti elbette. Üstelik bu isimler savaşa hayır diye bağırıp devlet politikalarını eleştiriyorlarsa… Tam bu noktadan politikanın en acımasız yerine dokunuyor My Generation: yaftalama, kötüleme, hapse atma… Gençlere örnek aldığınız kişiler bunlar mı dedirtecek ebeveyn baskısını hissettirecek bir devlet baskısı, aslında yeşermekte olan umuda bir dur diyebilme politikasının da göstergesi olacaktı, oldu ve olmaya devam ediyor.
1960’lardan günümüze bir köprü kuran My Generation; sinemaya, siyasi tarihe, müziğe, modaya ilgi duyanların kaçırmaması gereken bir belgesel. Yakaladığınız yerde izleyin!