24.08.2022
VİZYON DIŞI: In the Name of My Daughter
Pınar CİVAN
Fransız sinemasının gerçek olaylardan esinlenmiş filmlerinde, yabancı izleyicinin olayları bilmediği durumu genellikle göz ardı ediliyor. 1977’de iz bırakmadan ortadan kaybolan ve cesedi de bugüne kadar bulunamayan Agnès Le Roux’nun hikayesini anlatan ve annesi Renée Le Roux’nun “Une Femme Face a la Mafia” (Mafyaya Karşı Bir Kadın) kitabından uyarlanan “L’Homme Qu’on Aimait Trop (In the Name of My Daughter) filmi de konuyu hiç bilmeyen birinin kafasında cevaplanmamış bir sürü soru bırakan o filmlerden.
Baştan başlayalım. 1976 yılı, Fransa’nın Nice şehrinde, kumarhane patronları arasındaki savaş tüm hızıyla devam etmektedir. Agnès Le Roux (Adele Haenel), Le Palais de la Méditerranée casinosunun sahibi Renée’nin ( Catherine Deneuve) kızıdır. Mutsuz bir evliliği ve Afrika’yı ardında bırakarak annesinin yanına Nice’e dönmüştür. Renée için casino ne kadar tüm hayatının anlamı ise Agnès için de o kadar ilgilenmediği bir konudur. Yeni bir hayata başlamak için babasından kendine kalan mirastan payını isteyen Agnès ile o kadar nakiti toplayamayan Renée arasında zaman zaman gerginlikler yaşanmaktadır. Renée’nin sağ kolu, hırslı bir avukat olan Maurice Agnelet (Guillaume Canet) casino yöneticiliği pozisyonunu istemektedir. Renée bu isteğini kabul etmeyince araları açılır.
Tek eşliliğe inanmayan ve bir sürü başka kadınla ilişkisi olan Maurice’e aşık olması Agnes’in derin mutsuzluğuna yol açacaktır. Renée’den intikam almak için rakip casinonun patronu ve mafya şefi Fratoni ile anlaşan Maurice, 3 milyon frank karşılığında Agnes’in yönetim kurulunda annesine karşı oy kullanmasını sağlar. Tüm bu olanlar genç kadını daha da yalnızlığa itecek, bir intihar denemesinin ardından 1977’de kaybolan Agnes’ten bir daha haber alınamayacaktır. Renée kızının Maurice tarafından öldürüldüğüne inanmaktadır. Bunun için yıllar sürecek bir hukuki mücadeleye başlar.
Guillaume Canet ve Catherine Deneuve’ün başrollerini oynadığı André Téchiné’nin yönettiği filmin konusu kulağa ilginç geliyor değil mi? Keşke seyretmesi de öyle olsaydı. Muhteşem Catherine Deneuve bile film sırasında ara ara sıkılmanıza engel olamıyor. Yakışıklı ve yetenekli bay Canet’nin hayranlarından biri olmama rağmen, Canet, kazanova avukat rolüne yeterince inandırıcılık katamıyor. Agnes’i canlandıran Adele Haenel de tek düze bir performans sergiliyor. Agnes ile annesi arasındaki mesafenin gerçek nedenini asla anlayamadığımız gibi, 70’li yıllarda Nice’teki casino savaşları konusu biraz daha detaylı işlenip konu ilgi çekici hale getirilebilirken, hızlıca bir kaç cümle ve sahne ile geçiştiriliyor. Gerçek olay hakkında hiçbir bilgisi olmayan izleyici için filmin sonuna doğru uzayan dava sahneleri bilgi vermekten uzak kalıyor ve cevaplanmayan bir sürü soruyla jenerik akmaya başlıyor.
Yine de 70’li yılların Nice’i ve oyuncular ile yönetmenin eski çalışmalarının hatrı için seyredilebilir.