02.05.2021

Nasipse Adayız: Sahi O mu Geliyor?

Siyaset öyle bir mefhum ki onu en iyi ifade ede(bile)cek olanlar ucundan kıyısından bir şekilde bu işe girmiş olanlardır. Siyaset anlatılan şeylere göre gerçekten çok zorlu bir arenadır. Bu arenayı ne kadar iyi tanıyoruz peki? Özellikle bu coğrafyada siyaset nasıl işler, ne önemlidir, olmazsa olmazı nelerdir gibi sorular aklımıza gelebilir. Bir nevi bu coğrafyanın gerçekliğini ifade edecek sorular bunlar. Kendi gerçekliğimizi ne kadar biliyoruz? İşte bu filmde bu coğrafyanın gerçekliğine ayna tutan bir politik taşlama seyrediyoruz.

Kemal Güner bir doktor olup kendi hastanesini yöneten bir belediye başkan “aday adayı”dır. Bu süreçte titizlikle çalışan Kemal Güner partinin genel başkanı olan bir numaranın da katılacağı bir yemek tertip eder. Bu yemekte adaylığının resmileşmesini bekleyen Kemal için bu o kadar da kolay olmayacaktır. Film bize o yemeğin tertiplendiği o günü tüm detaylarıyla anlatmaktadır.

Rahatsızlık duygusu

Nasipse Adayız’ın tam anlamıyla doğru okunması için bir sürü detayların birleşmesi gerek. Bana kalırsa filmi izlerken hissettiğimiz en yegane duygu “rahatsızlık” olacaktır. Aynı Figen karakteri gibi biz de filmin büyük bölümünü ciddi bir rahatsızlık duyarak izliyoruz. Takım elbiseli kocaman kodomanlardan, “seçime kadar idare etsin bizi”yi temsil eden insanlardan, düğün salonundaki toplu yemeklerden, büyük şehirde memleketçilik yapan yalakalardan, samimiyetsiz yapmacık tavırlardan, sahte insanlardan, siyasetin iki yüzlü halinden rahatsızlık duymak bir yana, bu duyulan rahatsızlığın hazmının zor olması bir başka yana. Film gerçekten bu yozlaşmış ve çürümüş siyaseti “kral çıplak!” edasıyla bizlere sunuyor.

Mevcut statükoyu belki çok derin olmasa da ama yüzeysel ama çarpıcı bir şekilde işliyor film. Bütün bunları -bu gerçekliği- çok çarpıcı bir şekilde işlerken menfaat odaklı ilişkileri bağlama alarak siyasetin insanları ne hale getirdiğinin altını çiziyor. Tüm bunları yaparken ise film ama bilinçli ama bilinçsiz bir şekilde izleyiciyi tam anlamıyla boğuyor diyebilirim. Özellikle tek çekim uzun sahneler o kadar yorucuydu ki, film bitince üzerinde bir sersemlik hissedebilir insan.

Çözüm getir(e)meme sorunu

Film tüm bunları işlerken çözüm önerme seçeneğine gir(e)miyor. Bu kokuşmuş, pespaye çürümüşlük nasıl atılabilir bunu görmüyoruz filmde. İyi bir gözlemcinin müthiş gözlemlerinin yansıtıldığı bir öykü var elimizde. Bu gözlemlerden bazı çıkarımlarda bulunuyoruz ama bir çözüm bulamıyoruz nihayetinde. Filmde güzel birkaç soru var, bunlardan birisi: “Bir adam seçilemeyeceğini bile bile niye her dönem aday olur?” Mevcut siyasal iklime yönelik iyi bir ironi barındırıyor bu soru zannımca. Özellikle bazı ironiler ise kör göze parmak sokacak cinsten. Sağlık taramasında bebekle fotoğraf çekilme, takma diş ve asansör sahneleri buna örnek olarak verilebilir. Bir numaranın ısrarla Doktor Kemal’e mimar demesini de atlamamak gerek tabii. Ayrıca düzenlenin yemekli gecenin uzaması filmin vurgu yaptığı şey bakımından önemliyken seyir zevki açısından ise dayanılamazdı.

Filmin durduğu konumu gerçekten çok önemsiyorum. Salt o konum bile bu filmi değerli yapıyor aslında. Ama bu hikaye çok daha iyi işlenebilir miydi diye düşünmeden de edemiyor insan. Oyunculuklar iyi olsa da sinematografisi ile kurgusunu zayıf bulduğumu söylemeliyim. Yine de durduğu konum itibariyle Ercan Kesal’ın ilk uzun metrajı olan Nasipse Adayız‘a bir şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.