24.08.2022
Neden Tarkovski Olamıyorum?: İlkelerine Bağlı Kalmanın Zorluğu
Halil İbrahim Sağlam
“İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir.”
Andrey Tarkovsky
2009’da ilk filmi “Hayatın Tuzu” ile sinema dünyasına pek de parlak bir başlangıç yapamayan yönetmen Murat Düzgünoğlu, ikinci filmi Neden Tarkovski Olamıyorum? ile ilgiyi hemen üzerine çekmeyi başardı. Bu ilginin oluşmasının temel sebebi olarak filmin adı gözükse de, sonrasında gelen fragmanlarında Nostalghia (1983) ve Stalker (1979) sahnelerinin bir benzerinin çekildiğini görmek beklentiyi daha da arttırdı.
Orijinali Stalker’a ait olsa da sinematografik açıdan oldukça etkileyici kotarılmış bir rüya sekansıyla başlayan film daha jenerik yazısı öncesinde çıtasını iyice yükseltmeyi başarıyor. Jenerikten sonra ise o dünya standartlarında gözüken stilize görsel yapı birden kendini öğrenci filmlerinde çok sık kullanılan düz bir açıyla yataktan uyanış sahnesine bırakıyor ve sinematografik kalitede düşüş yaşanıyor. Yönetmenin burada amaçladığı karakterin neden Tarkovski olamadığına vurgu niteliği taşısa ve “rüyadan uyanıp gerçeklere dönme vakti” söylemi barındırsa da filmin aynı kalitede devam etmesini bekleyen seyirci için bir hayal kırıklığı oluşturduğunu söylemek mümkün.
Hiçbir zaman çekemeyeceği filmi kendi içsel gel-gitleri ekseninde anca rüyasında görebilen, her sabah yataktan kalkınca duvarında asılı olan Tarkovsky’nin sözüne bakıp ilkelerinden ödün vermeyen bir yaşam sürmeye çalışan Bahadır’ın karakterindeki kırılma noktaları da bu rüya sekanslarında gizli. Çekmek istediği filmden fersah fersah uzak bir tv filmi çekmekte olan Bahadır, bütçesizlikten ve zaten 3-5 kişi olan set çalışanlarının lakayt davranışları arasında günlerini geçirirken bir “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” olmayı reddediyor. Bahadır’ın film çekim sıkıntıları, senaryosunu birilerine beğendirmeye ve fon bulmaya çalışması aşamasında çektiği içsel sıkıntılara bir de aile faktörü, sorun çıkaran sevgili ve öğrenci evi kafasındaki ev arkadaşları eklenince yaşamı iyice döngüsel bir boyuta giriyor. Çok şey düşünüyor ama hiçbir şey yapmıyor, yapamıyor.
Özellikle sinema yazarlarının ve sinema okuyan üniversite öğrencilerinin daha çok ilgisini çekecek olan film, Türkiye’de “sanat filmi” yapmanın zorluğundan, yapımcıların bu işe para yatırmaktan kaçtığından, istediğin filmi yapabilmek için saçma sapan projeler çekip para biriktirmen gerektiğinden dem vuruyor. Bunun yeni bir konu olduğunu söyleyemeyiz, zira herhangi bir sinema-tv fakültesinin kantininde sinemayı gerçekten seven her öğrenci muhabbetinde defalarca açılan konular olduğu bir gerçek. Yönetmen de bu muhabbetlere aşina olacak ki karakterlerini çekirdek çitleyip Tarkovski filmi izlerken “Çok sıkıldım”, “Hadi tavla oynayalım”, “Bu filmde bir şey olmuyor” gibi repliklerle donatmış. Yer yer samimi gelse de bazen yardımcı oyuncu performanslarında yapaylığa kaçabiliyor bu durum. Mizahi açıdan seyirciyi tavlamasına ve bu sahnelerde dikkati üzerine çekse de aynı başarıyı işin drama boyutunda sergilediğini söylemek ise zor. Aile – sevgili – arkadaş üçgenindeki sahneler üzerine daha çok kafa yorulması filmin temposunun zaman zaman düşmesini engelleyebilirmiş. Buna rağmen Tansu Biçer’in başrole çok yakıştığını ve karakterinin ikilemlerini iddiasız ama etkili bir şekilde canlandırdığını söyleyebiliriz.
Murat Düzgünoğlu, filmin ilk 20 dakikasında bazı filmlerin aldığı yurtdışı fonlarına, kaale alınmak için mutlaka ödüllü film yapma gerekliliğine eleştiri gerektiriyor. Filmde yapımcı ve Tarkovski olamayan yönetmenimiz Bahadır arasında geçen replik de “Neden Tarkovski Olamıyorum?” adını net şekilde özetliyor. “Ben sizi anladım. Siz Tarkovski filmi çekmek istiyorsunuz, Bergman filmi çekmek istiyorsunuz, olmadı Kiarostami filmi çekmek istiyorsunuz” “Çekemez miyiz?” “Çekersiniz tabi babanızın parası varsa istediğiniz gibi çekersiniz!”