02.11.2020

O An: In Bruges

Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ın başrollerini paylaştığı In Bruges, yanlış giden bir işin ardından ne olduğunu anlamadan, patronları tarafından iki karakterin Bruges adında Belçika’nın küçük bir şehrine gönderilmesini konu alıyor. Ken (Brendan Gleeson) tarih kokan bu yeri çok severken, Ray (Colin Farrell) tam anlamıyla bütün nefretini bu şehre kusuyor. Birbirinden alakasız bu ikilinin içinde bulunduğu olaylar silsilesini izliyoruz.

Ken’in zorlamasıyla gittikleri müze ziyaretinde Ray, içinde bir türlü sonlandıramadığı “ceza” muhakemesiyle karşı karşıya gelir. Hayatının en büyük hatasını yaptığının biliyor; onun için en kötüsü bu hatayla yaşamak zorunda kalmış olması. Film boyunca içinde sonlandıramadığı iç muhasebenin yansımalarını görüyoruz.

Bruges’a karşı bu kadar sinirli, asabi olmasının sebebi de içindeki karmaşanın dışa vurumu. Bir şekilde hayatındaki yanlışlarını başka bir objeye, bir kişiye veya bir şehre aktarmak, onu suçlamak istiyor. Tabloların arasında gezinip onları incelerken bir şeyleri fark etmeye başlıyor. Tablolara gelecek olursak; Hieronymus Bosch’un “The Last Judgement”, Jan Provoost’un “Death and The Miser, Gerard David’in “Judgement of Cambyses” eserlerinin ortak özellikleri cezalandırılma teması. Yapılan bir yanlışın ardından gelen büyük bir cezayı bizlere sunuyor bu önemli eserler.

The Last Judgement, Adem ve Havva’nın yaptığı büyük hatadan sonra cennetten düşmesini ve bunun sonucundaki kaosu anlatırken, Death and The Miser tablosunda ise ölümün herkesin kapısını çalacağını ve bunun kaçınılmazlığı anlatılıyor; son olarak da Judgement of Cambyses, kral Cambyses, yargıcın rüşvet aldığını duyduktan sonra, yargıcın derisini canlı canlı yüzmesini resmediyor. Ray, özellikle Judgement of Cambyses tablosundaki vahşet karşısında şaşkın bakışlarına hakim olamıyor. Bütün tablolar aslında Ray’in nihai sonucunu anlatıyor. Patronları Ray ve Ken’i apar topar bir şekilde Bruges isimli hiç bilmedikleri bir şehre gönderiyor, Ray için Bruges, tam anlamıyla Araf. Onun için hiçbir şey çağrıştırmıyor ve burada olmaktan da hiç hoşlanmıyor, çünkü hem geçmişin izlerini kendi içinde yaşıyor hem de sonunun ne olacağını bilmediği bir boşlukta yuvarlanıp gidiyor. Ray’in, Bruges’da karşılaştığı insanlar, caddeler, mekanlar hepsi sanki gerçekliğin başka bir boyutundaymış hissi veriyor. Bildiğimiz gerçeklikten fazlasıyla uzak olan bu yer sanki Ray’in son yolculuğunda ona eşlik ediyormuş gibi görünüyor.